28 Aralık 2012 Cuma

and olsun ki bütün meseleler vicdan üzerinedir.

26 Aralık 2012 Çarşamba

tuhaf bir seni arama oyunu başladı koskoca şehirde. ben yorganların altına bakıyorum, bazıları taburelerin üstüne. o nerede?

caanım sis, caanım pus, canımlar. hızlı hızlı alınan yollar. buraya geldim ve olanca anlayışımla sizleri uzaktan izliyorum. çırpınışları, benzeyişleri, yalnız yapamayışları, o yavşaklıkla zaten istense de yalnız kalınamazlıkları. bütün iyi niyetimle izliyorum ve aklım fikrim kış geldiğinde soba kömürünün dumanına boğulan semtler ve tam da karşısındaki, kaloriferlerin dibine saklanmış semtler. kimsenin hakkı yok, hayır hakkı yok bir çocuğun parasızlıktan hırçınlaşmasını sadece seyretmeye. çünkü gülmek için eğer bir göz yaratılmışsa o sadece çocuğundur.

ve demek sen valizini alıp birkaç günlüğüne uzaklara kaçabilenleri sevmeye niyetliydin hep? demek onun masasına oturanlardı aradığın ve benim anlattığım bütün o hikayeler sadece gülünçtü sana göre. herkesin istediği şeyleri istediğini görmedik mi hep birlikte. demek ki sen boş yere onca mapushane filmi izledin, boş bir garibanlık kisvesine gizlendin. meğerse hepi topu aradığın kuru kalabalıktı.

demek ki ben başından beri dışarda. zaten dışarda. ve bu karanlık böyle iyi, aferin tanrıya.

19 Aralık 2012 Çarşamba

sanki öldüm de, cenaze namazım kılınmadı. gibi.

12 Aralık 2012 Çarşamba

nasılım?

nerdeyim
kelebeklerden dokunuşlar alan bir yaprak gibi inceyim
para bozduranların az çok bildiği
adres soranların gene bildiği
sokakta dolaşanların hemen hemen bildiği
amansız bir güceniğim.

9 Aralık 2012 Pazar

çağımızın en büyük vebası gayba inanmamaktır.

1 Aralık 2012 Cumartesi

kafana çivi çakmayı bile düşündüm. ama daha kötü bir şeye karar verdim. seni görmezden geleceğim.

29 Kasım 2012 Perşembe

Yazarımız yıllık izninin bir kısmını kullandığından eski bir yazısını yayınlıyoruz.

İNTİHAR EDEN ÜNLÜ YAZAR HİKMET HAKİKAT İLE RÖPORTAJ

-insanın en büyük utancı nedir?

-görmek istediği kendiyle, gördüğü arasındaki farkın büyümesi sanırım.

-idealist biri misiniz?

-ilk gençliğimde öyleydim. zaman zaman nefret ederdim herkesten. nefret. aşırı duygularım vardı o zamanlar. dengeyi sağlayamazdım ve bu durum içten içe hoşuma giderdi. yaşadığımı böyle hissederdim. fakat, ben erken büyüdüm. cinnetli anları erken terk ettim. anlamsızlığa verdiğim anlam bütün sevdiklerimin önüne geçmişti ve seveceklerimin. başka türlüsünü bilmiyordum. kendi anlamsız hayatıma onları dahil etmekten çekindiğim için değil, bu dünyayı sadece kendime has kılmak için. hırslarımı da bu yüzden kaybettim. yastıklar. ve sıcak bir yorgan. öğle uykuları ve birtakım boş zamanlar. bana öylesine çekici geliyordu ki, kağıt kalemi elime aldığım zaman sanki biri bunu bana silah zoruyla yaptırıyor sanırdınız. hiçbir şeyimi hiç kimseyle paylaşmak istemiyordum. ellerimi, beynimi, kalbimi. her şeye sahip olacaklar, ele geçirecekler gibi hissediyordum.

 -kimler?

 -onlar. benim ve birkaç kişilik küçük grubumun dışındaki herkes. her yerdelerdi. bir tek ben görüyordum onları sanırım. gruptakilere anlattım bu durumu. benim kadar heyecanlanmadılar. ben de ayrıldım o gruptan (gülüyor)

 -bu grup gerçek miydi hikmet bey?

 -ne fark eder. gerçek sözcüğünü araya sokmanın anlamı var mı? gerçek kadar insanı inciten bir kelime yoktur. bir sabah yürüyüş yapmak için evden çıkmıştım. yolun kenarında bir çöp birikintisi vardı. çürük sebzeler, eski giysiler, boklu bebek bezleri... bir de kedi. ölü bir kedi. kan içinde. araba ezmiş, bağırsakları parçalanmış. kedinin kırılmış ayağının dibinde bir demet kırmızı gül ve yanında bir nişan yüzüğü... gerçek, o zamandan beri bu görüntüden ibarettir benim için. gözümün görmek istemediği, üstünü örtmek istediğimdir gerçek. gerçek maddedir. metafizikle aram bu kaçış sebebiyle iyi sanırım. düşler gerçek değildir. sarhoşluk da. orgazm hiç gerçek değildir mesela.

-uyuşturucu kullanır mıydınız?

-ben ona 'perde' demeyi tercih ediyorum. gerçekle gerçek olmayan arasına çekilen, kiminde şeffaf, kiminde kalın bir perde.

-karınızı sever miydiniz?

-şarkım yarıda kaldı/aklım da karıda kaldı. (gülüyor)

 karımı severdim. ama onu öperken gözlerimi kapatmadım hiç. karım lavanta kokusu sürerdi. sevmezdim bu kokuyu. tam 14 yıl lavanta kokladım. ama ben karanfil severim. karıma bunu hiç söylemedim. keşke söyleyebilecek cesaretim olsaydı...

-aşık olduğunuz, daha doğrusu karınızı aldattığınız o kadın. nasıl biriydi?

-karanfildi. sahilde yürüyordum bir gün. denizin kenarına oturmuş ağlıyordu. hiç ses çıkarmadan, yüzünün hatlarında hiçbir değişiklik olmaksızın, ifadesiz, öyle bir ölüye ağlar gibi ağlıyordu. döndü bir an, bana baktı, gözlerimin içine. ben o kadının gözlerinde gerçek olmayan her şeyi gördüm. acıyı, hüznü, umutsuzluğu ve aşkı. evet, aşkı. o adamdan nefret ettim. öldürmek istedim onu. biliyordum, yanına gidip konuşacaktım, elini tutacaktım. bana sarılıp ağlayacak, olanları anlatacaktı. ben gözlerine bakıp üzülme diyecektim. orada, o an, ona aşık olacaktım. kalbim yeniden 20 yaşındaki gibi hızla atacaktı. kalkıp bir yerlere gidecektik, bir şeyler içecektik. o çok içecekti. bir otele gidecektik. sevişecektik. o'nun adını sayıklayacaktı, ağlayacaktı. ona sarılıp sadece üzülme diyebilecektim. kendine gelince bana kendinden bahsedecekti. geleceğe dair umutlarından, başka bir dünyanın mümkün olduğundan, bazen alıp başını gitmek istediğinden. o anlattıkça ben daha çok sevecektim. alıp içime katmak isteyecektim. sonra karım arayacaktı: 'dün gece nerdeydin, telefonun neden kapalıydı?' diyecekti. iş seyahati karıcığım diyecektim. o evli olduğumu öğrenince önce sinirlenecek, sonra gülecekti. kimbilir, orta yaşlı yakışıklı adamın evliliğini tehlikeye atarak onunla birlikte olması belki de hoşuna gidecekti. sonra sık sık görüşecektik. en yakın arkadaşı olduğumu söyleyip, sevdiği adamı nasıl da çok sevdiğini anlatacaktı bana. ben sabırla dinleyerek, onu öpmek için fırsat kollayacaktım. ben aşıktım, o da genç.

bazen gözleri bir noktaya takılır, dakikalarca bakışlarını çekmezdi. öyle bir manzaraydı ki bu, bu kadının içinde ölen biri vardı. bambaşkaydı. bir gün beni bir bara götürdü. çok gürültülü müzikler çalan bir bara. zorla dans ettirdi. takım elbisem ve ben. inanır mısınız? kalk çin'e gidelim, dağa çıkalım, yada hippi olalım dese bir saniye düşünmeden yola çıkardım. yaşıtlarından farklıydı, mutsuzdu. onu seviyordum.

-sonra?

-sonra mı? bir gün buluşacağımız yere yanında bir gençle geldi. el ele. bana öyle detaylı anlatmıştı ki, görür görmez çocuğun o olduğunu anladım. fakat beni öldüren el ele gelişleri değil, aşık olduğum kadının aşık olduğum bakışlarının yerini, dünyanın geriye kalan insanlarının hepsinin bakışlarına benzer bakışların almasıydı. gülüyordu. oyuncağını geri almış bir çocuğun zaferine güldüğü gibi. onları öylece bıraktım ve eve döndüm.

- o gün mü?

-hayır, üç gün sonra. onu ilk gördüğüm yerde. tuhaf, bu kez denize ifadesizce bakarak ağlayan bendim. tetiği çekerken elim titremedi. o kız benim hayata son tutunma çabamdı. meğerse o da gerçekmiş.

- kusura bakmayın, sizi severek, beğenerek okurdum ama tam bir denyoymuşsunuz hikmet bey.

-hikmet kaçar!

21 Kasım 2012 Çarşamba

- yetinmeyi bilir misin?
- yok.
- sana verdiği kadarıyla hayatın?
- ı-ıh.
- hoş, bilsen de?
- ee?
- bilmesen de?
- eee?
- yara bere içinde?
- allah!
- bu yollardan geçeceksin.
- vay dilee vay dile.

18 Kasım 2012 Pazar

- randıman alamıyorum.

- o puroyu çıkar bi ağzından, çıkar.

- yani diyorum ki ben bir yere gittiğimde, görmek istediklerimi orada hazır bulmalıyım. neden böyle oldu? benim olduğum yerde olan her şeyin aslında benim yüzümden olması gerekiyordu.

- ama öyle değil. katresin alemde ama dilde derya olmuşsun.

- işte sen de haksızsın. önemli ve kıymetli olduğumu kanıtlamak için daha hangi şekillerde rezil etmem gerekiyor kendimi?

- sen, bilmelisin ki, bazı insanlar kendileri gibi kalarak elde ederler istediklerini, sen onlardan değilsin. kanlı canlı, ete kemiğe bürünmüş halinle, bunu çok da başarabilecek biri değilsin.

- neden?

- çünkü kadınlarda sürekli aradığın bazı şeyleri- uyum gibi- kendi hayatına taşımadan, bu çürük halinle başarıya falan ulaşamazsın. iyi ve güzel olan her şeyle kavgalısın. baştan sona repliksin. kendine ait neyin kaldı?

- odam var. yetmez mi?

- bana yeter, sana yetmez. çünkü her zaman, aslında evde bulabileceğin şeyleri, dışarılarda düşe kalka arayacaksın.

16 Kasım 2012 Cuma

havada yumruğunu salladı: "hepinize göstereceğim. bir köle tutacağım kendime. insan hakları filan vız gelir bana. ulan köle, diyeceğim: ben napolyon muyum? napolyon'sun generalim diyecek. yalan söyleme köle diyeceğim, değilim. napolyon'sun diye tutturacak, burnumdan getirecek. değilim diye tepineceğim, sen aşağılık bir kölesin. napolyon'dan ne anlarsın? diye hakaret edeceğim ona. canını çıkaracağım, evden kovacağım, gene direnecek, senin gibi napolyon görmedim diye. işte, diyecek şöyle söylesin; napolyon'dan daha üstünsün. asla kabul etmeyeceğim; fakat onu da napolyon olduğum düşüncesinden vazgeçiremeyeceğim. ne yapsam fayda etmeyecek. fakat... bir de bıkarsa, sonunda napolyon değilsin derse, onu gerçekten kovacağım. dünyada köle mi kalmadı? benim gibi köle bulamazsın diye çırpınsın bakalım. kölenin iyisi kötüsü olur mu? en iyi köle, aslında en kötü köledir. cahil olsun zararı yok. bir iki karşılık vermesini öğrenecek zaten. nedir ki bu kadarcık bilgi? ingilizce biliyor musun köle? diye soracağım, yes diyecek o kadar. 'here i come' doğru mudur üstadım diyeceğim. yes diyecek. bu kadar kolay işte. bir araba söze ne ihtiyaç var? cahil olursa, üstelik aptalca övmesini de beceremez. daha iyi. ne oyunlar yazılır böyle bir köleyle albayım, değil mi? cinsiyeti bile olmaz böyle bir kölenin. erkekçe bir ilişki istemediğim zaman hemen kadın oluverir. napolyon bile olur, istediğim zaman. bana bak napolyon, derim ona; sende iş yok. haklısınız asteğmenim, diye karşılık vermez mi? çok eğleneceğiz albayım. ha-ha."

hüsamettin bey içini çekti: "sakın kimseyle böyle bir oyun oynama oğlum." dedi. "onun köle olduğunu bildikten sonra ne zevk alacaksın bu işten?"

4 Kasım 2012 Pazar

"şimdi ve bundan sonra, sana ve kendime itiraf etmekte hala zorlandığım bazı şeyleri, suskunlukla geçiştireceğim."

31 Ekim 2012 Çarşamba

denizde vardı oltam bir balık tuttum zannettim baktım hepsi rüyaymış mekanım yanmış bir orman ve tek seçimse çaresizlik buna inanma göz gördüğünden korkmaz eski bensem bir çiçek olsam da solmam anlatsın bilen kimse hep çeken bilir demişler çekense susmuş hep konuşmuş çekmeyen kim varsa anlatsın derdi çeken hüzün kaplı gözlerinde kırışmakta dertler bir de ellerinde kürek kazma ve der ki şeytan yazma ben olsam neyle anlatırım neyle anlarım ben anlatmazsam hangi sazla mürekkebim dilim ve kağıdım aynam gönlü saydam olan anlar ancak işte sayfam her gün intihar eşikte ve umutlar beşikte bu dünya kapkaranlık ışık başka yerde herkes peşinde herkes sandığı kadar iyi olsaydı keşke en azından ay beklerdim üstümde yalnız gecede. yeah.

30 Ekim 2012 Salı

yalnız yakın ve kolayı sevmek mi murad?
ne bu yangın yeri geride kalan, demek mi?
canım benim
seni böyle
özlemek mi?
özlememek mi?

28 Ekim 2012 Pazar

ne kadar ısrarcı çıktık görüyo musun? nasıl da meyilliymişiz meğer kaybolmuş izlenimler yaratmaya.

gözlerimi oldukça uzağa diktim. mesela her insanın ağzından çıkan her ses boşlukta bir yerlerde asılı, sonsuza dek beklermiş. bunu öğrendim. bunu öğrendiğimiz zaman mutlak yalnızlık yalan bir şey oluyor ama, bu da kimi beklediğimize göre değişmez mi?

eğer gelmiyorsa, yeterince kuvvetli çağırmıyorsun demektir. haha. ama evler soğuk, bütün bir yaz boktan geçti, adam gibi ısınamadık bile. kime patlayacağımızı bilememekten sanırım. hevesin gibi, paran olsa kaçıp gidecek. öfke de bu halde. teskin olmanın tek yolu: böy-le-ol-ma-sı-ge-re-ki-yor-du.

siyah beyaz sessiz sözsüz filmlere benzemesine rağmen biz hayatını izlemeye gönüllü olduk ama sen kanala şifre koymuşsun. haha. ucuz espriler, ucuz filmler, ucuz insanlar, ucube bir şehirde kimse benden daha fazlasını beklemesin. işte gündelik hayatımda dehşetengiz planlar yapıyor, bıçak biliyor, silah deniyor, devrim istiyor, geçmişi hatırlıyor, geleceği tasarlıyor, boyuna yazıyor, kısa yoldan zengin olmaya ve kısa yoldan mefta olmaya çalışıyor ve her şeyi unutuyorum.

afrika dahil.

27 Ekim 2012 Cumartesi

bi daha yazar mı kalem kanaya kanaya
kağıdı da kan tutar ağaç değil mi soyu
ağla, doyasıya ağla
aynı denizde çoğalır yüreğin özsuyu

25 Ekim 2012 Perşembe

"perşembe günlerini sevmem. sabah sekizden akşam beşe kadar demek istiyorum. yüz kere, bin kere alt alta yazmak istiyorum: perşembe günlerini sevmem. sonunda insanlar anlasın ne demek istediğimi de sormasınlar gerisini. can sıkıcı anılarımdan kurtulmak için daha iyi bir yol bilmiyorum. perşembe günlerini sevmem. daha ne istiyorsun benden? sevmiyorum işte. neyi seviyorum ki? çiçekleri de, iki kiloluk gaz tenekelerinin içine doldurduğum toprakların ortasına sapladım: arsız çiçekler yetiştiriyorum. tenekeler düşmesin diye pencerenin iki kasası arasına çıtalar çaktım: daha çirkin oldu görünüşleri. çiçeklerle birlikte her soluk alışımızda havayı kirletiyoruz. daha ne istiyorsunuz benden? kafeste solucan filân beslememi mi bekliyorsunuz? midem sağlam olsaydı onu da yapardım. biliyorum, kimseyi kandıramıyorum: siz gene perşembe günü ne olduğunu anlatmamı bekliyorsunuz. bu uzun girişten sonra, dişe dokunur bir, ne bileyim, bir esaslı olay, ya da ruhsal derinliği olan bir gözlem umuyorsunuz. solucanla ilgili acı güldürücülüğüme kapılanlar da olabilir içinizde. bir bilseniz arkasından gelen tatsızlığı. bu nedenle, bana kalırsa, perşembeleri sevmem-usandım gene bir de “günler” demeye- sözünü, sabrınız olduğu kadar tekrarlayın daha iyi. yoksa siz de, ben de pişman olacağız. perşembe günü ile yetinmeyeceğim. daha şimdiden, arsız çiçekleri, solucanları soktum araya, perşembe günlerinden hiç bahsetmediğim halde."

15 Ekim 2012 Pazartesi

" fırat: sen gideli çok oldu çiğdem, sen gideli dört yüz altmış yedi gün oldu. her kurşun deliği bir gün içindir.

çiğdem: niye kurşun?

fırat: söküp atmak için, kurtulmak için belki. lakin gördüm ki seni öldürme çabası boşmuş, sen ölmezmişsin. dört yüz altmış yedi gün, seni her gün kurşunladım. en son kurşunu dün sabah alnında denedim. öldüremedim. ve anladım ki, sensiz olmazmış.

çiğdem: ya ben? dört yüz altmış yedi günü ölerek yaşamadım mı? dört yüz altmış yedi gün gazete sayfalarını korkarak açtım. kurşunlanmış, al kanlara boyanmış resmini görmemek için tanrıya dua ettim."

niye kurşun diye sormayan çiğdemlere...

13 Ekim 2012 Cumartesi

özenle soyduğum şu elma söyle şimdi kimindir
özenle ne yapıyorsam bilirsin artık senindir

suya giden bir adam mesela omzunu eğri tutsa
güneş su ve adamın omzundaki eğrilik senindir

ayağa kalkarsın, adına uygunsun ve haklısın
kararan dünya bildiğin gibi sık sık senindir

kararan dünya, yeni bir güle bir ateş parçasıdır
bir ateş parçasından arta kalan soylu karanlık senindir

bir deneyli geçmişi aldın geldin yeniyi güzel boyadın
ben bilirim sen de bil ilk aydınlık senindir

benim sevdiğim su senin suyunun öz kardeşidir
senin soyunun bıraktığı güçler artık senindir

çünkü bir silah gibi tutarsın tuttuğun her şeyi
her yeri bir uyarma diye tutan ıslık senindir

senindir ey sonsuzveren ne varsa hayat gibi
tutma soluğunu, genişle, öz ve kabuk senindir

ey en güzel görüntüsü çiçeklere dökülen bir çavlanın
aşkım, sonsuzum, bu dünyada ne var ne yok senindir.
"ilk geldiği günü, geri alamam. onu buraya ayak bastığı gün, beni ben yapmadan önce, öldüremem.

11 Ekim 2012 Perşembe

tahrik

bırakın ince kavak seslerini şehrin içinde
paralar yaşlı kızların koynunda yatarken
bırakın köprülerin üstüne yağmur
ve basma perdelerden lânet bize.
şaşılacak bir dünyada yaşamaktı; öğrendik
şimdi külçeler yüklüyüz şaşılacak bir biçimde
külçeler yüklüyüz ve çıkmak istiyoruz yokuşu
sokaklar gittikçe katı bizim adımlarımıza
peşimizde bütün bahçeleri boşaltan ter kokusu
yankımız soyunup sevap rahatlığı alınan yataklarda
yürek elbet acıyor esvap değiştirirken
bizden artık akması beklenilen kan da aktı
kovulduk ölümün geniş resimlerinden.
efsanelerden kovulduk
kan ve demir kelimeleri söyleyince
elbiseler içindeyiz, şehrin içinde
önümüz iliklenmiş, ayakkaplarımız bağlı
kimsenin uykusunun fesleğen koktuğu yok
altıkırkbeşte vapur ve sancı geç saatlerde
eski savaşçılar vesair geçmiyor bulutlardan
çiçek alıp eve götürüyoruz
bunun bir delilik olduğunu bile bile
en ıssız duyguların ucunda karakollar
asmaların altı tuzak ve tuzak caddelerde
külçeler yüklüyüz, çıkmak istiyoruz yokuşu
gözler kısılıp bakılıyor bize.

biliniyor
bizim mahsustan yaşadığımız
biliniyor
şarkıların sırası bizde
biliniyor
hayat bizden razıdır
biliniyor
otların sarardığı yerlerde güneş
kurşunun değdiği tende heves kalmıştır.

9 Ekim 2012 Salı

VAAY BE!

kısa öykü

"i showed my heart to the doctor
he said i just have to quit
then he wrote himself a prescription
and your name was mentioned in it
then he locked himself in a library shelf with the details of our honeymoon
then i hear from the nurse
that he's gotten much worse
and his practise is all in a ruin"

6 Ekim 2012 Cumartesi

şarkının içine yaylılar girince oluyor hep böyle. onun dışında iyiyim. bir şeylere mecbur olmak dışında oldukça iyiyim.

üstümüze çok hızlı geliyorlar. hangisi olduğunu seçemiyorum. mutsuz olduğumdan son derece emin olduğum, çok çok iyi hatırladığım halde, neden öyle zamanları özlüyorum? anne babadan uzakta ölmek istemek ayıp mı?

dünyanın en güzel oyuncaklarını almak istedim zaman zaman, sık sık. dünyanın en tehlikeli oyuncaklarını. yüzüne gölge düşmesin diye. bazen kendimi bir oyuncak olarak sunmak istedim. yüzüne gölge düşmesin diye. ama artırdı. bilemezdim. el ele verirsek belki unuturuz sandım. bilemezdim.

geçti işte, geçiyor, geçecek. kalan tek şey, yalnızca sen bilesin diye yaşadığım, bir türlü anlatamadığım hikayeler olacak. günün her saatini hediye paketine koyup sunamam. bana yetti, sana yetmez. şehre kavuşmama çok az kaldı, çok fazla korkuyorum. hiç halimi sordun mu ki?

şeker gibi bir mektup yazmak isterdim. okuyana umut verecek cinsten. ne daha iyi hissettirebilir ki birine sarılıp, 'geçti, yok bir şey' demekten, geçti yok bir şey. umarım iyidir, umarım sonunda gözlerindeki felaket gitmiştir. umarım olduğu yerde olduğunu hissediyordur artık. bu kadarı kâfi.

ama gözüm şişelere takılıyor, becerebilirsem ne âlâ.

4 Ekim 2012 Perşembe

"bütün yalnızların ilenci
korusun çoğulluklarınızı
cinnet koyun erdemin adını
maskelerinizi kuşanıp, yalanlarınızı çoğaltın
hepiniz mezarısınız kendinizin"

Portekiz Mektupları/Birinci Mektup

düşün aşkım, öngörülerinde ne kadar yanıldın. ah! bahtsız! sahte umutlarla hem beni aldattın, hem de kendin aldandın. onca zevk düşü kurduğun bir tutku, artık senin için ölümcül bir umutsuzluktan, yalnızca onu yaratan yokluğun acımasızlığıyla karşılaştırılabilecek bir umutsuzluktan başka bir şey değil. ne? zekamın, bütün yaratıcılığına karşın yine de yeterince korkunç bir ad takamadığı bu yokluk, gözlerine bakmamı engelleyecek, öyle mi? bebeklerinde onca sevgi okuduğum, içimi mutlulukla dolduran kıpırtılar gördüğüm, benim için her şeyin yerini tutan, tek kelimeyle bana yetip de artan o gözlere. ne acı! ya benim gözlerim; onlar da tek yaşam ışığından mahrum artık, yaşlardan başka bir şeyleri kalmadı geriye, ben de sonunda uzaklaşmaya kesin olarak karar verdiğinizi öğrendiğim andan beri o gözyaşlarını dur durak bilmeden ağlamak için harcadım. bu dayanılmaz ayrılık beni kısa sürede öldürecek. yine de yalnızca sizin neden olduğunuz mutsuzluk bana çekici geliyor. sizi gördüğüm andan beri yaşamımı size adadım; onu sizin için feda ederken de bir tür zevk duyuyorum. her gün binlerce kez iç çekişlerimi yolluyorum size, her yerde peşinizden koşuyor, bunca kaygının karşılığı olarak da bana yalnızca gereğinden de dürüst bir uyarı getiriyorlar; kötü kaderimin bana uygun gördüğü, halimden hoşnut olmama bir an bile izin vermeyecek kadar acımasız bir uyarı; bana durmadan, yeter bahtsız mariane, yeter, kendini boş yere tüketme diyor, bir daha asla göremeyeceğin bir sevgilinin peşinde koşmayı bırak, senden kaçmak için denizler aşan, şu anda fransa'da zevk içinde yüzen, senin acılarını bir an bile düşünmeyen, senin böylesine şiddetli duyguların olabileceğini aklına bile getirmeyen, acı çektiğin için kendini sana karşı hiç de borçlu hissetmeyen bu sevgiliyi aramaktan vazgeç! ama yok, sizi bu kadar katı biçimde yargılayamam, mazur görmek için de yeterince nedenim var: beni unuttuğunuzu düşünmek bile istemiyorum. düş ürünü kuşkularla kendime işkence çektirmekten de yeterince mutsuz değil miyim zaten? niçin sevginizi göstermek için harcadığınız çabaları unutmaya uğraşayım ki? bu çabalar beni öyle büyülemişti ki, hele aşkınızın kanıtlarıyla başım dönmüşken, sizi kendi tutkumun yol açtığı aynı istekle sevmeseydim, nankörlük etmiş olurdum. bunca zevk dolu dakikaların anıları nasıl oluyor da bu kadar acımasızlaşabiliyor? kendi doğalarına ihanet ederek nasıl oluyor da yüreğimi parçalayabiliyorlar? ne acı! son mektubunuz o yüreği korkunç bir hale soktu. öyle kıpırtılara kapıldı ki sizi arayıp bulmak için benden ayrılmaya çabalıyor sandım; bu duyguların şiddetiyle o kadar sarsıldım ki, üç saat boyunca kendimden geçmişim: sizin için koruyamayacağıma göre, sizin için kaybetmek zorunda olduğum bir yaşama geri dönmeyi reddettim, sonunda kendime karşın ışığı yeniden gördüm, aşktan öldüğüm için çok mutluydum; yüreğimin yokluğunuzun acısıyla paramparça oluşunu seyretmek zorunda olmadığım için rahatlamıştım. bu olaydan sonra çeşit çeşit hastalıklara yakalandım: sizi artık göremeyeceğime göre sağlıklı yaşamam mümkün müydü zaten? ama bütün bu hastalıklara sesimi bile çıkartmadan katlanıyorum, çünkü kaynağı sizsiniz hepsinin. ne? bunca sevmenin karşılığını böyle ödüyorsunuz bana, öyle mi? ama ne önemi var, size yaşamım boyunca tapmaya, sizden başka kimseyi görmemeye kararlıyım; emin olun siz de kimseyi sevmezseniz iyi yaparsınız. benimkinden daha az yakıcı bir tutku sizi doyurabilir mi? belki benden güzelini bulabilirsiniz (halbuki bir zamanlar bana güzel olduğumu da söylemiştiniz) ama hiçbir zaman böylesine bir aşk bulamazsınız, zaten gerisi de boştur. mektuplarınızı gereksiz şeylerle doldurmayın artık, bana da sizi anımsamamı yazmayın. sizi unutamam, ayrıca bir süre benimle kalmak üzere gelebileceğiniz konusunda ümit verdiğinizi de unutamam. ne korkunç! niçin bütün yaşamınızı benimle geçirmek istemiyorsunuz? bu korkunç manastırdan çıkmam mümkün olsaydı, portekiz'de kalıp verdiğiniz sözlerin sonuçlanmasını beklemezdim: hiçbir ölçü tanımadan, dünyanın her yerinde sizi aramak, sizi izlemek, sizi sevmek için yollara düşerdim. böyle bir şeyin olabileceğini düşünmeye cesaret edemiyorum, bana kuşkusuz biraz olsun mutluluk verebilecek böyle bir umudu beslemek istemiyorum, yalnızca acılara kulak vermek istiyorum ben. yine de erkek kardeşimin sayesinde size yazmak fırsatı elime geçince sevindim, bir an içinde bulunduğum umutsuzluğu unuttum. yalvarırım size, madem ki beni terk etmek zorundaydınız, niçin beni büyülemek için uğraşıp didindiniz söyleyin. beni mutsuz etmek için niye bu kadar çalıştınız? niçin beni manastırımda rahat bırakmadınız? size ne kötülük yapmıştım! yok, yok, bağışlayın beni, sizi hiçbir şeyle suçlamıyorum, öç almayı düşünecek durumda değilim, yalnızca kaderimin acımasızlığını suçluyorum. bizi birbirimizden ayırarak, hayatta başımıza gelebilecek en korkunç kötülükleri yaptı bize, yine de yüreklerimizi birbirinden ayıramaz, onları, çok daha güçlü olan aşk, yaşam boyu birleştirdi. benim yaşamıma da biraz ilgi duyuyorsanız eğer, daha sık yazın. yüreğinizi, yaşadığınız koşulları bilmeyi hak ediyorum; ama her şeyden önce beni görmeye gelin. elveda, bu kağıdı bir türlü terk edemiyorum, sizin ellerinize geçecek, ben de aynı mutluluğu tatmak isterdim. ne mutsuzluk! ne kadar şaşkınım, bunun mümkün olmadığını çok iyi biliyorum. elveda, artık dayanamıyorum. elveda, beni hep sevin, bana daha fazla acılar çektirin.

2 Ekim 2012 Salı


böyle günler olabilir. nefret ettiğim halde taklit ediyor olabilirim. üstelik nefret ettiğim konusunda yalanlar bile söyleyebilirim. kimseyi nefret edecek kadar zalim bulmayadabilirim. ki bunun da yalan olması ihtimaller dahilindedir. böyle günler olabilir.

herkesi mutlu ve kendimi dışlanmış hissedebilirim. bu doğru bile olabilir. fakat onlarca güzellik vardı, şimdi odadaki bir masadan farksız hissetmek gerçek midir?

gözümün önünden gitmiyor. yere oturduğunu görüyorum. boynunu görüyorum. şefkat görüyorum ve unutamıyorum. öyle bağıran bir yanı vardı beni neden görmüyorsunuz diye, görmüştüm ve korkuyordum. çünkü ben hiç bitirememekte ustayım. bir ölü görmedikçe bittiğine inanmayı reddediyorum. ki nasıl bir tutunma çabasıdır?

böyle günler olabilir. bir daha bu yollar aynı hevesle yürünmeyebilir. belki sahiden burda sıkıştık kalp o yüzden sıkışıyor ve dahi yarı yolda bırakacak da olabilir. belki görüp görebileceğimizin en son hali bu tozlu manzaradır. tek kelime etmeden. tükenebilir.

"aklım, haklıyım, et firarını"

27 Eylül 2012 Perşembe

yanıma küçük bir oğlan çocuğu yaklaştı dün elinde plastik bi topla. "abla, benimle kimse oynamıyor" dedi.

ne kadar basit, ne kolay kurdu o cümleyi. yıllardır bir türlü kuramadığım o cümleyi küçücük bir oğlan çocuğu ne kolay döktü ağzından.

dedim ben oynarım seninle. sonra aldım topu en yakın balkona fırlattım. şimdi düşünsün dursun elinde plastik topu da olmadığı zaman neye yanacağını.

25 Eylül 2012 Salı

güzel olan bir şeyi çok sevmek tutkuyla, ondan başka bir şeyi sevmemek ise saplantıyla ilgilidir. ve kutsanacak en ufak bir yanı yoktur.
"aşık oldu, söyleyemez, utanç devri"

kaç yıl sonra başlayacağını henüz bilim adamlarımızın kesinlikle tespit edemediği tunç devri,halkımız için bir altın devri olacaktır. bir kısım ilahiyatçılara göre bu devir,isa'nın ikinci gelişi'yle aynı zamana rastlayacaktır. tunç devrinde insanlarımız arasında,birinci sınıf vatandaş, ikinci sınıf vatandaş ve halk şeklinde yapılan ayrım ortadan kalkacaktır. umumi nakil vasıtalarında biletçiler,halka,bay ve bayan gibi kaba tabirlerle hitap etmeyeceklerdir. şoförler halka eziyet etmeyeceklerdir. bozuk para bulunduracaklardır. köylüler,en kalın elbiseleriyle,güneş altında çömelerek saatlerce devlet kapısında beklemeyeceklerdir. apartman kapıcılarının saltanatı sona erecektir. kalabalık caddelerde oyuncak satan esmer adam,kemer satan ve olduğundan yirmi yaş fazla gösteren adam ve küçük şişelerde ne olduğu anlaşılmayan bir sıvı satan ve sarası yüzünden sık sık kaldırımlara düşen adam ve meyhanelerde fıstık satan gözlüklü genç adam ve gene meyhanelerde kasap oyunu oynayarak hayatını kazanan koço ve artık yaşlandığı için rakı isteyince şarap getiren garson tanaş,bu zavallı durumlarından kurtarılacaktır. herkes istediği mesleği seçecektir. ressam olmak isteyenler reklamcı,yazar olmak isteyenler mühendis,mimar olmak isteyenler iktisatçı,meyhaneci olmak isteyenler hukukçu,hukukçu olmak isteyenler tezgahtar,adam olmak isteyenler uşak ve dilediği gibi yaşamak isteyenler rezil olmayacaklardır. delilerle alay edilmeyecektir. mahalle çocukları böylelerinin peşine takılmayacaklardır. para kazanamayanlara serseri denilmeyecektir. babalar,kızlarını her çesit insana vereceklerdir. sokak köpeklerinin durumu düzeltilecektir. çocuklar,masallarla ve allah'ın vereceği cezalarla korkutulmayacaktır. taşradan gelenler,şehirde doğmaktan başka meziyetleri olmayanlar tarafından hor görülmeyeceklerdir. kurnazlık ortadan kalkacaktır. bu konuda sıkı tedbirler alınacaktır. yüreğimizi ezen bu sıkıntı,başımızdaki bu ağırlık kalkacaktır. o zaman,bin yıllık saltanat başlayacaktır. bin yıl daha sürecektir. bin yıl daha sürecektir. bin yıl daha,bin yıl daha...

kafana tüküriyim

"göreceksiniz ya, ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım. hakiki hayatım benim için can sıkıcı bir rüyadan başka bir şey değildir. "

20 Eylül 2012 Perşembe

ben şimdi ne yapsam
ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere
insan olmalarımla

19 Eylül 2012 Çarşamba

"sevgi garip bir yangın, yaşaması için büyümesi gerek. o yangına her şeyini atacaksın; zamanını, gururunu, dehanı...ve kül olacaksın. insanlar ondan korkuyor, ondan yaşamıyorlar. sonsuz karşısında cücenin korkusu."

11 Eylül 2012 Salı

en güzel dua; aşkın nasıl geldiyse aynen öyle, naif, hafifçe ve acıtmadan çıkıp gitmesidir.

10 Eylül 2012 Pazartesi

Ertesi gün Kasımpaşa Yağhane Sokak'taki Huzur Kıraathanesi'ne doğru yürürken, satranç denilen hesap oyunundan pek anlamamasına rağmen İhsan Sait'in yüzü gülüyordu. Çünkü Diyarbekir'in Sur Mahallesi'nden beş yıl önce Dersaadet'e göçen Şarapçı Rebaz'ı burada bulacağından emindi. Hemen herkes gibi Rebaz'ın da acıklı bir hikayesi vardı. Çünkü bu efendi, üstelik Diyarbekir'de müftü olmaya kararlı bir medrese talebesi iken aşk derdine gark olmuş, bunun için şeyhe gidip ondan derdine bir derman bulmasını niyaz etmişti. Talih bu ya, şeyhte bu illete deva sayılacak bir ilaç vardı. Sedirin altındaki bir sandığı çekip açan şeyh, esrarengiz bir iksir şişesi çıkarmıştı, üzerinde şunlar yazılıydı:
                                                 CHÂTEAU MARGAUX

8 Eylül 2012 Cumartesi

"söylemeye insanın dili pek varmaz ama şimdi ancak, zabıta teşkilatının deyişiyle her ceset, müminlerin tabiriyle her mevta, çelebilerin deyimiyle her naaş, külhanilerin üslubuyla her leş, yahut kitabi katiplerin ilmi terimiyle her  kadavra kadar ehemmiyetleri vardı."

5 Eylül 2012 Çarşamba

yani kim ister ki durup dururken aklının ipini salmak hem yalnız hem deli kalmak kim ister saçlarını kesmek boş otobüslere binmek kimsenin gitmediği yerlere gitmek kim gönülden yapar ki kağıttan savaş uçaklarını ona mektup yazmak varken elleri neye yarıyor bana bitmeyen bir tek cümle söyle söyle edebiyata inanayım bir gün güzel üç gün kötü neden kötü iyiye kaç zamandır uzak iyi söyledin bu nasıl bir büyü kara büyü korkunç korku korkuyorum unutulan insanları gömerler gömmeliler biri bunları onlara anlatmalı onların toprakları teklifsizce kazmaları birbiri ardına indirilen kazmaları unutulanları gömelim çünkü nasıl affedilecekler birinin bizden ayrı bir yola düşmesi nasıl affedilecek biz hala yoldaki cam kırıklarına basmamaya çalışırken neden suç işledin gözümü bir kapattım sonra açtım aynı manzara bana gülümsemiyor nasıl unutursun yani isyan yani yoksulluk yani bir umudum sendin anlıyor musun eğer öğrendiysen nasıl geçer acı bana da öğretmeni hem bekler hem istemezdim ama böyle değil böyle gönülsüzce değil çünkü nafile uğraşıyorsun asla nefret etmem ki hepsini yaksan bir edip yangını eder mi beni bir tek sen anladın sen de anlamamazlıktan geldin gel gülelim buna da gülelim neyi bi türlü başaramadıysam ona elinden tutup bir çocuğu götürmek parka elinden tutup çocuğu parka götürmek bir çocuk elinden tutup......

3 Eylül 2012 Pazartesi

bitti gitti

bir çift kanattınız hüznün rüzgarlarında
dağılıp gitti melekleriniz, beyazın öte dağlarında
ağlasın arkanızdan bir ağızdan tüm dehşetiyle kolera
tıbı, sen harbi hayalet, sağlam gariban
ruhuna el-fatiha

30 Ağustos 2012 Perşembe

tarihin en acıklı cümlesini zamanında ahmet kaya zaten kurmuştur, o yüzden şimdi dağılın.

"bağıra bağıra yazdım seni içime
 bir kez olsun yüzünü güldüremedim."

26 Ağustos 2012 Pazar

müjganı unutmak.. müjganı sevmemek...
nasıl hatırlarsın? seni anlamayan, müjganlığının farkına varmamış o herif kanatlarını kesmeseydi yine de düşmezdin buralara.
sen ki ardına dönüp bizlere bakmamıştın bile bir defa, sen ki kağıt paralardan kanat takıp o cehenneme uçmuş bir müjgansın.
nasıl unutmazsın? sen ki hususi arabayla atlas yorgan, sırmalı fistan uğruna her şeyi yakıp yıkıp gitmiş bir müjgansın.
nasıl unuturum?
hatırladın demek o sahil kahvesini. elli kuruşluk gazozu, kurduğumuz hayalleri unutmadın demek.
yahu ben kuruntu yapmam. bişey var müjganda. yüzüğünü takmadı, yüzü hiç gülmedi, gazozunu içmedi. ya müjgan bugün güzel bile değildi.

23 Ağustos 2012 Perşembe

insan kendini savunmak için de intihar etmiş olabilir.

19 Ağustos 2012 Pazar

"Ben bir kızım, gelirim pencerene,
Eşim ol derim sana.
Delikanlı kalktı, hemen giyindi,
Açtı kıza kapısını.
Kız girdi içeri, kız girdi ama,
Kız çıkmadı dışarı.
Ayıp, ne ayıp şey bu!
Fırsat bulan her genç yapıyor bunu
Yüzü kızarmaksızın.
Kız dedi: Bu işi yapmazdan önce
Evleniriz demiştin?
Delikanlı şöyle karşılık verdi:
Evlenirdim sabah sabah gelip de
Koynuma girmeseydin."

 demek mi neymiş, yeri geldiğinde hamlet bile böyle seksist olabiliyormuş.

18 Ağustos 2012 Cumartesi

arkayı dörtledim. yalnız ve en çok onu düşünüyorum artık. kim bilir ne kadar kötü hissetmiştir kendini. ağrısı, acısı hala geçmemiş bile olabilir. hep benim kardeşlerimi üzecek misin?

öfke öyle uzak bir his ki aşkla aynı anda akla getirmek imkansız. ama bazen de gerçeği öyle çıplak görürsün ki sanki yüzyıllardır karanlıktaydın ve güneşe çıktın, öfkeden delirmemek imkansız.

bi kısmını bi kenara bırakıp sadece görünürde olana baksam bile, güzel olan her şeyi öldürmeye niyetlenmiş pis bir vahşetten başkasını göremiyorum. ne kadar paslanmış olabilir ki dersin düşününce, ne kadar kirlenmiş olabilir? bir kadının en güzel olmasını hayal ettiği zamanları cehenneme çevirmek mesela. arkasında düşünülecek, korkulacak, endişe edilecek bir gelecek mesela. insanlardan anlayış beklemeye mecbur olarak yaşamaya çalışmak mesela. kendini açıklamak zorunda kalmak. kendini açıklamak zorunda kalmak. mesela.

fikir vermiyor. öyle bir noktaya geldi ki sahip oldukları kendisiyle ilgili bir fikir vermiyor. yakışmıyor, üzerinde sırıtıyor. nasıl oldu da herkesi aksine inandırabildi? kandırılmış değil, kanmışız. ama seninki de zafer değil. çünkü apaçık kötü olmamak bazen iyi niyetten değil, acizlikten ileri gelir.

saçlarımı da tutuştursam, tek bir teline değmeyecek.


17 Ağustos 2012 Cuma

aylak adam

birden kaldırımlardan taşan kalabalıkta onun da olabileceği aklıma geldi. içimdeki sıkıntı eridi...

14 Ağustos 2012 Salı

sevgili su samuru,

inan böyle bir hayvanın var olup olmadığını bile bilmem ben. su samuru. su samuru. kulağa hoş geliyor. olmayan birine mektup yazmak da gönle hoş geliyor su samuru, sen de bunu bilemezsin.

ama biliyor musun bir gün sadece mektuplardan oluşan bir kitap yazacağım. su samuruna, dervişlere, cadılara, ölmüşlere ve göçmüşlere mektuplar. tek derdim okusalar da bana cevap veremesinler. ne dersin şansı var mı böyle bir kitabın?

benliğimi kaybediyorum su samuru. gündelik, beylik sohbetler arasında kendimi kaybediyorum. fitili ateşleyen o ilk ve tek olayı bir türlü hatırlayamıyorum. ne oldu da bu hale geldi bilmiyorum. kelimeleri şeker sandığım zamanlar vardı mesela. ellerinden tutup parka götürürdüm kelimelerimi. biri beni seviyorsa bilirdim, o kelimeleri seviyordu. şimdi hepsini kaybetmiş gibiyim. insanlığa katacak çok şeyim olduğunu düşündüğüm zamanlar da hurafeydi, o değil ki konu. ama böylesi... sanki kimse bana bir şey ekleyemez ve ben kimsenin eksik hiçbir şeyine derman olamam gibi. kendim de dahil hiç kimseden, hiçbir yerden beklentim yok. gibi. garip. burda, kendimi tavana astım ve beni bulan olmadı gibi.

niye yazıyorsun ağlamak varken? desene su samuru. ağlarsam her şey çözülür, ben de çözülürüm, kabullenirim. yitirdiğimi. onun yerine şems'e koşuyorum. siyah bir adamın, siyahlar içinde umut vaad etmesi kulağa imkansız gelse de son dediğin başlangıç, son dediğin aslında başlangıç, şems dediğin aslında güneş değil gece. beni aralarına alırlar mı dersin su samuru?

ya anlamayı da yitirirsem? övündüğüm pek bir şey kalmadı. ya artık hissedemezsem ve bu sahiden umrumda olmazsa? ait hissedersem kendimi, benimsersem? ziyanı yok ama değil mi, gülüşü yeter bize. hatırlamak ne büyük nimet ve nasıl da büyük bir külfet. beynim acıyor su samuru. beynim acıyor. bittiğini kabullenemiyorum. utanç diye bir şey peydah oldu, hiç tanıdık değil, yüzüne bakamıyorum, sarılamıyorum, çok üşüyorum, çok üşüyorum.

12 Ağustos 2012 Pazar

niye her şeyi aklında tutmak zorunda olan benim? bak, hayallere bak, sanki biri bunu yapmamı istemiş gibi. kaybolan hafızam da durup dururken nerden çıktı geldi başıma bela oldu çok zor oldu.

15 yaşındayım mesela, merdivenler ne kadar da uzun görünüyor. şu an 20 yaşındayım ve fatih'teyim. 18'imde benden daha kalabalık bi meydan. 23'te sürekli aynı yolu hatırlıyorum başka her yer haritalardan silinmiş gibi.

sadece aptallar mucizelere inanır. yok tam öyle değil. sadece aptalların mucize algısı bu denli kıttır. mucize dediğin şey, bana bakıyor, gülümsüyor, hayırdır inşallah şarkısını söylemekten daha renkli bir şeydir. hatırla, hatırla, eski mucize beklentilerini. onlar gerçekten mucize kabilindendi. binalar havaya uçuyordu sen de uçuyordun, görünmez olmuştun herkesin zihnini okuyabiliyordun. işte bütün bunları sıradan bir günde ve sıradan bir saatte mucizesiz başardığına göre ya yaşlanıyorsun, ya da için soğudu. tükür. bir kere olsun kontrolü bırak da yere tükür.

ki her şey değişiyormuş. hala yaşamadığımız bir şeyler var, tamamlamamız gerekiyor, böyle bitmez. değilmiş. şaka mı yapıyorsun, böyle şeylerin eksikliği karşılıklı hissedilmeli, tek başınaysan bir boka yaramaz. ama sabah kahvaltısı? o oldu onu geç. kayıtsızca elini tutmak, bak kayıtsızca diyorum. yaşanmadıysa kimin umrunda? senin mi? bundan banane. iyi de daha yeni başlıyorduk. şaka mı yapıyorsun?

gel gel, sana mektup yazdım. öncelikle şunu belirtmeliyim ki seni ilgilendirmez dediğim her şey, birebir seninle ilgiliydi. bu insana belli bir ağırlık verir farkındayım ama dur kaçma, sana her şeyi anlatacağım.

ben kaçtım. bu sunturlu yere saklandım. korkunç şeyler oldu, aslında olmadı, dur dur sıkılma, inan açıklayacağım.

benden bu kadar sıkılmaya ne hakkın var? beni tanımıyorsun bile. hem buna rağmen beni benden iyi tanıdığını söylemen ne kadar ayıp. ben burda günlerce düşündüm ve ben seni düşünürken başka hiçbir şey düşünmem. kahrolasıca yanlış zamanlama. belki de değildir. böyle bir hikaye de olabilir. muhakkak beraber yaşaması gereken insanlar da birbirinden ayrı yaşayabilir, hatta yaşlanabilir. ama böyle bir hikayenin etiğini allah'a her gece sorduğumda neden aldığım cevaba ikna olamıyorum?

-seninle konuşmaya geldim çünkü beni kimse istediğim gibi dinlemiyordu.

-son çare diye mi bana geldin? baştan gelseydin daha kolay olurdu belki.

-beni insan değil de melek olarak yaratsaydın bunu yapabilirdim.

-konu aynı mı?

-konu hep aynı.

-ısrarın beni kızdırıyor. öfkemden korkmuyor musun?

-korkuyorum. ama sevgim ağır basıyor. senin de şefkatin hep öfkene ağır basmıyor mu?

-ben size benden daha fazla neye kıymet verirseniz onu sizden alırım, buyurmadım mı?

-ama bu bana bir vesile oldu. leyla-mevla.

-bu yalan. leyla için defalarca kendinden vazgeçenin benim için geçmediğini gördüğüm zamanlar oldu.

-aşkın ölçüsü bu mu? literatüre not düşeceğim de gidince.

-zevzeklik etme. aşkın ölçüsü budur.

ağzımın payını her gün alıyorum. yorganı başımın üzerine çekiyorum böyle zamanlarda, iki büklüm oluyorum, annem yatağı boş zannediyor. sonra sabah uyanıyorum yorganı üzerimden öyle bir atışım var ki çok yüksek ihtimalle büyük adam olucam. yataktan kalkıp mutfağa değil de sanki hayatta en çok olmak istediğim yere koşuyorum ki bunu yalnızca o bilir, bilmezlikten gelir.

sonra en çok hangi cümleyi duyuyorum? fazla anlam yüklüyorsun? napıcaktım başka. küf kokan bir dünyada ben anlam yüklemeyip ne yapacaktım. yükle, ama hobi olarak mı yükle? ya bi git. garantici pezevenk. mortgage kredili, iki oda bi salon, 2005 model araba pezevenk. uyum sağlayamadım, buna rağmen içindeyim insanların, nefret ede ede içindeyim, yanımda dursaydın nefes alabilirdim seni güldürebilirdim. kollarını ezberlemiş. ya kim kimin kollarını ezberler aptal mısın?

çok düşünüyorum hikmet bey işin içinden çıkamadık. yahu bu ne haldır, öldüm yedi yıldır, albayım çekti gitti. komik kız. ona şaka yapamadım albayım. vakit olmadı. pardon, vakit oldu da biz onu savaştık. geniş hayal gücü bir halta yaramıyormuş albayım, bu dünyayı küçük gösteriyormuş göze. ben günün 24 saati seversem ödüllendirilirim sanmıştım. birtakım filmler yalnızca film olmaktan çıktığından beri biz de insanlıktan çıktık albayım. şarkılar diyorum, albayım, nefesimi kesmese. çok genciz, çok genciz. albayım?

 istiyorum, o halde ölmedim. istiyorum, o halde ölmedim.

9 Ağustos 2012 Perşembe

bu kitaptan

garipliğim 
kader değil 
geçici 
gülmeyin

 -evden çıkmıyormuş, annesi doktorlara, hocalara götürmekten bitap düşmüş. çaresi yok demişler. çok da genç vah vah.

 -hiç sebep yokken durup durup gülüyormuş. kendi kendine konuşuyormuş. bi de demiş ki annesine, bişeyler görüyorum, onlara gülüyorum. aşağı mahalledeki hocayı söyledim ben de kadına, bi de ona okutsunlar nefesi kuvvetliymiş. zavallı kadın.

 -duydun mu fatma hanım? kız dün gece eline boyayı fırçayı alıp sokağa çıkmış. babası evin kapısını açık görmüş de çıkmış arkasından. evleri boyayacam diyomuş. şarkı söylüyomuş bi taraftan da. allah çoluğumuzu çocuğumuzu korusun, kimsenin başına vermesin yarabbim.

 -dün götürmüş yatırmışlar artık. napsınlar koca kızı eve bağlayacak halleri yoktu ya. yemeden içmeden de kesilmiş son zamanlarda zaten. belki orda bi hal çare bulurlar. isteye isteye gitmiş hastaneye, hiç zorluk çıkarmamış. ama gülüyormuş hala. çok da genç vah vah.

 ellerimi birbirine bağladım. nasıl olsa bunun için de suçlayamazlar beni, üşüyordum derim. buraya geldiğim iyi oldu aslında. başımın etini yiyorlardı evde. burada çok konuşmuyorlar en azından. her şey az ve öz. delilik bile kararında.

 ilaçlarımı alıyorum. sigara içiyorum sürekli. birini söndürmeden diğerini yakıyorum. benim sigara içmeme izin veriyorlar, o kadar tehlikeli bulmuyorlar beni henüz. belki de sigara içmeme izin vermezlerse kendimi öldüreceğimi ima eden küçük bir şov yaptığımdan böyle davranıyorlardır. iyi oldu, çünkü o küçük şov bana iki gecelik revire mal oldu. eskiden de böyleydim. istediğimi bir şekilde elde ederdim. eder miydim?

edemediğim günlere dairdir

.....





6 Ağustos 2012 Pazartesi

"tavşan besleyen, kendisini kabullenmiş ve varsayan; ama, hiç görmemiş, göremeyecek, ve anlamayacak bir canlı ile iletişim kurmağa çalışmayı da öğrenmelidir---bu 'yapamama'ların da, en az kendi 'yapma'ları kadar, kendi kuruntusu olabileceğini de unutmadan..."

2 Ağustos 2012 Perşembe

şu hale bak sessiz sessiz gidiyor. konuşsaydı bu gerçek bir gidiş olur muydu bilmiyorum. hem baksana, yüzünde bir gölge bile yok. sence ayakları hafiflemiş midir? sence boyunduruktan kurtulmuş mudur? çok mu üstüne gittik? çok mu hiç üstüne gitmedik? ben bilmiyorum.

sana anlatılır sanırım. sen anlatılabilir görünüyorsun. yanılıyor muyum? yargılayacak mısın? uyuyamıyorum. efendim? neden mi? bilmem. sen neden uyuyabiliyorsun mesela? kime ait olanı ondan aldın da uyuyabiliyorsun? geleceğin parlak öyle mi? ben de öyle düşünmüştüm. avcumdan bir balık kaydı. ha, neden mi böyle konuşuyorum? bilmem. belki de gerçek bir balık gerçek avcumdan kaymıştır, bunu bilemezsin ki. yoo, hayır, olmadı öyle bir şey. bu şehirde insanın denizle arası yok.

mesela sana şunu sorsam? yarın ne olacak, desem? ne demek nerden bileyim, bunu bilmek çocuk oyuncağı. sende her olay bir başkasını doğurur, sen böyle yaşarsın. demek ki yarın da bir şeyler olacak ve sonra başka şeyler. yıldönümlerin olacak, yaş pastaların, seni hiç dinlemeyecek dostların. saçmalama, hakaret etmiyorum. bazı insanlar istediklerini kendisi gibi kalarak elde edebilir. ne kadar isterdim yerinde olmayı. ama sorsalar yerinde olabilme şansın var, ne dersin diye, olduğum yerden tek bir adım atmayacağımı da biliyorum. sen olsaydım kalender ve mutlu olurdum ve söyle bana bunları nasıl yazabilirdim?

yanlış görmedim dimi, ayağı takıldı yürürken? arkasına bakar mı dersin? -. ben de öyle düşünmüştüm.

güneşin aynasında

"güneşin aynasında ben
bende bir düş
düşte bir çocuk
çocukta yol
yolda toz
tozda avuç
avuçta kader
kaderde sen
güneşte akşam oluyor
ben düşünürken

düşüncemin çiçeğindesin
yedi iklim dört mevsimdesin
canımın yongalarında
gölge gibi hep peşimdesin
kırmızının kuytularında
yeşilin uykularında
karanfilin kokularında
şebnem olur gider gözlerin

arkamı dönsem önümde
istemesem de içimde
çocuğun umutlarında
kiminin korkularında

güneşin aynasında biz
bizde bir düş
düşte bir çocuk
çocukta yol
yolda toz
tozda avuç
avuçta kader
kaderde sen
güneşte akşam oluyor
ben düşünürken

kalemin yasaklarında
çalışan parmaklarımda
ve ağaran saçlarımda
tutsak olmuş bir düşüncesin
bil bakalım sen nesin"

26 Temmuz 2012 Perşembe

belki inanmayacaksınız ama, zamanın bir yerlerinde udla kanun birbirine aşık olmuş. çünkü başka türlüsünün mümkün olmadığı ortadaymış. kurabiye gibi bi çocukları olmuş adı istanbul. dar sokaklarını, yağmur yağmasa da yağmur kokmasını, trenlerini, renklerini, ötesini berisini asla unutamayacağımız bu şehrin müziği bir uddan, bir de kanundan ibaret kalmış.

24 Temmuz 2012 Salı

itiraflar son ki bu en gerçeğidir

bazen sırf bitsin diye, yalan söylemesine izin verir, inanmış gibi yaparsın. çünkü insan en basit tabiriyle iki ayaklı nankör bir yaratıktır.

23 Temmuz 2012 Pazartesi

itiraflar VII

bazı şeyler, sadece o zamanlar güzeldi.

itiraflar VI

sadakatin ne kadar hayati olduğunu savunurken, o kadar temiz miydin?

itiraflar V

plastik çiçeklerden iğreniyorum demek seni özel biri yapmadı.

itiraflar VI

unuttum derken yalan söyledin. unutmadım derken de yalan söyledin. hangisini daha çok söyledin?

itiraflar III

annen hep haklıydı.

itiraflar II

özellikle en özel olan şeyleri, hiçbir özelliği olmayanlara anlatırken onları kendi gözünde değersizleştirmek gibi bir acziyeti yaşadın mı yaşamadın mı?

itiraflar I

aklını başından alan da, aklını başına getiren de aynı kişi.

20 Temmuz 2012 Cuma

yeniden

şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?

19 Temmuz 2012 Perşembe

you would always be there, where are you now?

18 Temmuz 2012 Çarşamba

tek gözü kör ve diğer bacağı topal adamın yürüdüğü, yürürken gördüğüdür. alem.
"ah ben doktor yerine şiirlere gittim de,
diyalogsuz bir bahçe, monolog gül doğurdu"

16 Temmuz 2012 Pazartesi

çok büyütüyorsun, her şey olacağına varır.

15 Temmuz 2012 Pazar

yani mesela, birinin fikrini değiştirmesi, aslında her şeyi değiştirebilecekken, kurduğun hayalleri mesela, o masadaki sandalyeleri, sandalyelerin üstündekileri, fotoğraftaki kareleri, yazacağın kitapları, yok dinlediğin şarkıları değil, üzerinde gezineceğin şehri, uyku saatlerin aynı, belki yüzünün şekli değişecek yani çok güleceksin çok kırışacak, çocuğunun adı değişecek, adı değişecek çocuğunun, birinin fikrini değiştirmesi.

yani mesela bütün bunları biliyorken
ben bu kalemi alırım
ve inanmazsın ama
orta yerinden kırarım.

8 Temmuz 2012 Pazar

gel, gel beri ki savm u salatın kazası var, sensiz geçen zaman-ı hayatın kazası yok.

29 Haziran 2012 Cuma

till she sees finally that she is like all the rest with her fog, her amphetamin and her pearls
allah ile arandaki muhabbet korkuya ne kadar yaklaşırsa, sevgiden o kadar uzaklaşır.

26 Haziran 2012 Salı


hiçbir zaman değmez
gözler, gözlere
ne de bir iz yaşamdan
sükunet
boşluk
hararet
ışık, sönüyor
bu hudutsuz hikayenin hiçbir yerinde
günden güne çekilen
tekdüzelikten
ve yorucu hammallıktan
bahsedilmez
marsilyalı bu isimsiz genç
saatlerce konuşuyor başkalarıyla
hayatı paylaşıyor
yalnız kalma imkanı yokmuşçasına
ve hiçbir iz yok

bana kimse sen gibi sarılmadı.

21 Haziran 2012 Perşembe

havadan sudan konuşmayı beceremedik. şükretmeyi. hayatımın en mutlu anıymış, inan bilmiyordum. çiçeklere şiddet gösteriyorum. güzel olan hiçbir şeye tahammülüm kalmadı. köpek gibi özlüyorum. ilaçlara, paraya, sigaraya ihtiyacım var. göz gözü görmüyor burda, göz gözü görmüyor. dağılmışken beni görmelerini istemem. hiçbir sorunu olmayan ve hayattan tat alan katıksız bir ahmak olarak yaşamımı sürdürüyorum. insanlara gülüyorum, anlıyorum insanları, onaylıyorum. seviyorum bile. zehrini münasip bir yere bırakıp kaçmış, emekliye ayrılmış bir akrep gibiyim. ve resimler bulanıklaşıyor. hayat senden öncesi, senden sonrası değil, seninle'si. defterleri de yaksam değişmedi. çıkar çok güzel gülen adamı, at çöpe, at çöpe. ölüm geldiğinde sessizleşeceksin. hep onu beklemiş gibi. hep onu beklemiş gibi.

14 Haziran 2012 Perşembe

kendimi piç gibi, yok gibi, eksik ve tarifsiz hissediyorum. utanıyorum. neden senin kadar güzel olamadım?

13 Haziran 2012 Çarşamba

canım benim. sarı kara bir sansar olmak mı iyi, bir tilki mi?


12 Haziran 2012 Salı

sigarasından son nefesini çektikten sonra uzun süren sessizliğini bozdu:
-yıldım, vallahi yıldım.
-öyle uzun uzun susunca ben de bir şey diyeceksin sandım.

10 Haziran 2012 Pazar

"adın üç kere geçti saçmasapan bir filmde. yalnız olsam çok ağlardım ama annem bakıyordu, anne dedim, hadi çay koy da içelim."

8 Haziran 2012 Cuma

insan bütün gece olmayanlara ağlayabilir mi
çok gördüm, çok unuttum
yoruldum
gökten zembille indi güller ve çirkinler
neden annem beni geri alamıyor
menzil, menzil
aşk, aşk
yok
rüyamda sadece gölgen kaldı
başı ayrı, sonu ayrı
bana nefes yok
akşamlardan ve kaldırımlardan gelmekteyim
yüzümün kirine pasına bir sen gülmedin
girecek delik yok muydu
ne ararsın hala o çukurda
neler oldu
kalbin ikiye mi bölündü
kalbim ikiye mi bölündü
anlatsana artık
sesinde uçuşmayan rüzgardan usandım, usandım
gelmeyen treninden usandım, usandım
sen beni bıraktın elin diline
rab, rab
başkası yasak
başkası yasak
sözlerin büyüsü nerde
inan olsun bitti
birdenbire
anne
olmuşuz
gibi


3 Haziran 2012 Pazar


Ulu Orta
'seyrek gülüş sen ne güzel bir şeysin 
nazlanırsın ama bir gün gelirsin'

düşen bir yaprağa bağladım hayatımı
olsun artık diyorum ne olacaksa
paralı asker miyim neyim ben
ekleyip duruyorum sabahları akşama
ve kendimi arıyorum meşgul çalıyor
gerçi söylenmez böyle şeyler uluorta
aşk diyor başka bir şey demiyor kalbim
nasıl bir dostluk ki bu,hem kadim
hem de mayhoş elma tadında.

kendimi de koysam ayağımın altına
yine de yetişemiyorum ey aşk,
omzunun hizasına.
çünkü bende birikiyor her şeyin tortusu
ve ayağını kaldırıyor dünya,konuşurken benimle.
budanan oğullar gibiyim,sessiz ve narin
nereye konsam geri sayım başlıyor
kurcalıyor beni bir çırağın elleri
ah,unufak olsam ve desem ki
ağzın tat görmesin hayat
kandırdın beni.

sorma,
elim kırılsın bir daha
dokunursam güneşe. 

1 Haziran 2012 Cuma

30 Mayıs 2012 Çarşamba

sus
misafir geldi
ne çok tanıdık sesleri
alnını dağ ateşiyle ısıtmış yine
kalemini kim kırdı senin yine
bir lahza yelten unutmaya
tonlarca çileyle geri gelecek
ama içimde bir şey büyüyor
senden benden değil ondan
bilsem ağustos bizim içimizde
atsam bütün olmazları
evlerinden arabalarından geçsek
şehir üzerime kustu
sonunda bu da oldu
hep iğrendiğimiz adamlar
yanıbaşımda oldu
müsebbibi
kimsin?


29 Mayıs 2012 Salı

komik aslında. şu hayatta ölsem üzülmeyecek insanlar var.

ben bir şeyleri özlüyorum. kalpten kalbe giden bi yol vardı, ne ara onu terk ettik, unuttum. sigarayı da küllükte unutuyorum artık. ben bir şeyleri deli gibi özlüyorum. allahım gözümün önünde gömlekler uçuşuyor. tertemiz hayallerim vardı diye cümleler kuruyorum. seni görmeden seni görmek hala paha biçilemez. anlatıyorum hala anlamıyorlar. um-rum-da-de-ğil.

insanın kimsenin anlayamayacağı bazı şeyleri iki kişi yaşaması kadar başını döndüren bir şey olamaz. bütün şarkılar buna yazılıyor, filmler buna çekiliyor. bazıları da yaşıyor. şarkısız resimsiz. herkes yazardı, o yaşardı. bunu unutmama ihtimal var mı?


28 Mayıs 2012 Pazartesi

bir zamanlar. bir prenses, ellerini kaldırıp bir dua etmiş:

-tanrım, o hiç değişmesin.

hemen değişmiş. gülüşü, bakışı, yürüyüşü, her şey. o günden beri prenses özlediğinin ne olduğunu bilmeden özlüyor, sevdiğinin kim olduğunu bilemeden seviyormuş.

27 Mayıs 2012 Pazar

"On iki yaşındayız. Bütün aşıklar on iki yaşındadır, yetişkinlerin öfkesi de bundan kaynaklanır. Onun gülüşü, benim gözümde diğer tüm gülüşlerden farklı olmaya başladı, şimdiye dek hiç kimsenin böyle güldüğünü duymadım, tek bir akışla, başın arkasından gelen bir gırtlak şelalesi adeta, sırttan, profilden, aşağıdan ve yukarıdan gelen bir gülüş, sebepsiz bir sevinç gülüşü, yalnızca var olmanın sebep olduğu bir gülüş, gerisinin canı cehenneme."

21 Mayıs 2012 Pazartesi

sen onca yaz çiz, otur konuş, at tut, ondan sonra git... iyi şeyler birdenbire, iyi şeyler birdenbire, birdenbir. bi de gülümsememe engel olabilsem.

17 Mayıs 2012 Perşembe

"Ben köylüleri köylerde seviyorum. Kentlerin köy davranışlarını bırakmayan köylüler tarafından sarılması tedirgin ediyor beni. Köylerin de kentliler tarafından sarılması. Her ikisi de çarpık bir gelişme." 
tezer özlü 
dokunmayın entelime. şehrinde tarla kokan insanlar istemiyorsa demek ki. şehirler onun ve şehrin öyküsünü anlattığını düşünüyor ya kendince. ben de şehrimde acıya boğulmuş, bi ton parası olmasına rağmen yoksullardan bahseden ve onları yalnızca bir tür gözlem nesnesi olarak görmekten başka bişey yapmayan,  slim sigaralı ve kedili kadınlar istemiyorum. onu napıcaz?

14 Mayıs 2012 Pazartesi

"katır sırtında taşınan ölüler / unutursam kalbim kurusun"

13 Mayıs 2012 Pazar

tek cümleyle darmadağın olmak

"insan yarımyamalakların öyküsünü ömrü boyunca anlatabilir mi?"

11 Mayıs 2012 Cuma

ülkeme artık hiçbir şeye şaşırmamak gibi bir nimeti bana bağışladığı için hep minnattar oldum. fakat bu sefer beni bile şaşırtmayı başardığından kucaklar dolusu bir tiksintiyi sanırım hak ediyor.

avrupa'yı arayalım. gerçekten. biz bu işi beceremiyoruz içimiz pislik dolu diyelim. hukuk sistemimize el koymalarını isteyelim. adalet kelimesini yüzümüz kızarmadan ağzımıza alamadığımızı anlatalım. kendimiz de dahil kimseye acımıyoruz, kurtarın diyelim. başka yolu var mı?

gencecik insanlar hapse atılmamalıdır. hapishanelerinize tıktığınız her genç insan, çiçekleri hani doldurursun bir kazana, ateşe verirsin ya, güzel kokan bir şeye tahammül edemezsin ya, onun verdiği hissin aynısını veriyor.

biz bu ülkede puşiden cehennem, amed'lilerden hapishane yaratıldığını izlerken, bir hakim her zamanki kadar deliksiz uyuyor.

10 Mayıs 2012 Perşembe

"çoktandır aklımda. perşembe günlerini sevmem diye başlayacak adam anlatmaya. küçük hesapların ve kesintisiz kuruntuların hikayesi. tutunamayanlar'da şöyle bir dokunup geçtiğim konular var. selim'le oldukça güç bir tip, yani olumlu insan -bir bakıma- denemiştim. şimdi sürekli olumsuz bir tip düşünüyorum. küçük hesapların olumsuzluğunu. kimsenin okumadığı kitapları okuyan, kötü yaşayan bir adam. bu sırada zaten kendimi o kadar olumsuz hissediyorum ki kafamın yükünü alır biraz. adamın adı: hikmet. kadının adı: sevgi. hikmet kendinde kötü gördüğü -ve engel olmadığı- her özelliğini açıkça belirtiyor. aşağılık bir adam. self-conscious olmalı. hem de nasıl! hikayedeki bütün güzellikler, hikmet ve sevgi'nin ilişkisi. sevgi bunu hiç anlamıyor. hikmet farkında. fakat kötülüklerine engel olamıyor. gene de ilişkinin başından itibaren aralarında geçen her olayın küçük yönlerini görüyor. son okuduğum games people play'in deyimiyle 'bad games' oynuyorlar birbirlerine. underworld -dostoyevski'nin anlamında- games. kitabın başında hikmet sevgi'den ayrılmış. daha iyi de olmamış. beter olsun! olmak da istiyor. çocukluğundaki bütün kötü huylarına dönüyor. dolaşıyor ortalıkta ve hatırlıyor. küçük şeyler yaşıyor. sevgi ile yaşadığından daha küçük şeyler. içki, tartışmalar... sonra bırakıyor, hatırlama yoğunlaşıyor. yalnız hatırlama kalıyor. delirebilir. ya da onun gibi bir şey. kafasının sürekli çalışması ve insanlar için kötü şeyler kurması gittikçe sırf fantaziden ibaret bir yaşantıya götürüyor onu. bu arada tutunamayanlar ile bir sürü ilişki.

perşembe günlerini sevmem."

9 Mayıs 2012 Çarşamba

"aklım, haklıyım, et firarını

ovdun ve okşadın beni
çıktı içimdeki cin
ondan ölümümü diledin

mayıstı
seni o yüzden bağışladım"

7 Mayıs 2012 Pazartesi

'dışardan bişey istiyor musun' diye her sorduklarında biraz huzur demem tesadüf değil. vallahi çocukluğumdan beri, biri kapıyı çalıp kucağında nur topu gibi bir huzur getirecek diye bekledim durdum.

benim öldüğüme mi inanıyorsun?

4 Mayıs 2012 Cuma

dünyadaki en temel ayrımın zenginle fakir arasındaki ayrım olduğuna dair fikrimden bir anda caydım ve bakın ne düşündüm:

dünyadaki en temel ayrımın, önüne gelen bir pastanın en güzel kısmını en başta yemek isteyenlerle, sona saklayanlar arasında olduğuna karar verdim. evet, aynen böyle oldu.

dünya aç gözlülerle, haz erteleyiciler arasındaki bir savaş meydanıdır.

2 Mayıs 2012 Çarşamba

bir halk türküsüne nazire

"-kahveci oldum: çayın cibresi ile çay sattın dediler, pılımı pırtımı haciz ettiler.
-şoför oldum: karınca ezmemek için caddelerde yalpa yaptırdım otoya. sarhoş diye ehliyetimi aldılar.
-ressam oldum: tablo yaptım, resimlerime bakıp güldüler.
-çorapçı oldum: sen ayağımıza değil, başımıza çorap örersin dediler.
-artist oldum: sen çok meşhur bir jönsün, perdeye sığmazsın dediler.
-yarışçı oldum: hiç tavuk kovalamasını bilmiyorsun diye müsabakaya almadılar.
-tayyareci oldum: evvela yerde yürümesini öğren diye beni bebek askısına taktılar.
-sobacı oldum: senin gibi boruları biz takmıyoruz dediler. siz söyleyin boru mu bu?
-kaptan oldum: sen lenger takıp denizin dibini su üstüne çektin, ada yaptın dediler.
-hastanede hastabakıcı oldum: yan gelip yatmasını bilmiyorsun, sen hastasın dediler.
-doktor oldum: çelikten kalp ve sinirlerin varsa sana servis şefliği verelim, dediler.
-akıl hastası oldum: 'normalsin'. taburcu oldun, delirdin dediler.
-nihayet bütün dünya benimdir, diye dayattım. tımarhaneye yattım.
-keşifler yaptım -resimler sattım

 sayın okuyanlar şimdi oldu mu?
 taş gediğini buldu mu?"

30 Nisan 2012 Pazartesi

çiçek dürbünü

ben ne isterdim?
fakat ben neyi istiyordum?
işte seni.
insan görmek istemiyorsa, allah bile gösterebilir mi ona yıldız gibi uyumu?
insan zıddıyla müstesnadır
daha önce kimse bana mercek tutmadı
neden korktun?
hikmet köşesinde oturmuş anlaşılmayı beklemiyor
belki anlaşılmak değil sadece eğlenmek istiyor
herkes gider, Sevgi gidemez
biz aslında seninle iyiyiz böyle
neden korktun?
bu son görüşmemiz iyi oldu, daha iyi tanıyoruz
ben bu evden ayrılamam
aslında kimse olanları önemsemiyor
hiçbirimiz gerçekten hiç aç kalmadık
direndiğin şey, kalır
türk filmlerindeki mağrur adam, mağdur kadın
ben bi sürü öykü yazdım
çaycılar olmasa ne yapardık bilmiyorum
ben her şeyi gördüm de bir şey gözümden kaçmış
çok genciz
ceketini omzuna asıp bütün sokaklar onunmuş gibi yürüdü
ve sen bunu gördün
ve rezil gülüşlerini soktu
ve böylelikle aklını zehirledi
büyü yapamaz oldun
değer mi?
hiç diyor musun keşke olmasaydı diye?
hiçbir soru öylesine sorulmaz
önüm arkam sağım solum pişmanlık
sen banyo yaparsın, güzel kokan ben olurum
sokağın adını hatırlayamıyorum
üç sene yeterli olur mu?
allah meşgul olsa gerek, can not be reached at the moment
gözyaşımızla bi göl yapsak, güneş çıkar hepsi buharlaşır, o kadar şanssızız
ay ne arabesk üniversiteye ne kadar da yakışmıyor
ülkemizde en çok yetişen şey köylüdür
n'olur dikkat et biri gözünü bağlamaya çalışıyor
güzelim gözlerini
ben sevgili de olurum, anne de olurum ben, yazar bile olurum
ama gece vakti bi daha minibüse binemem
kuşluk vakti ağlayamam
nasıl olur?
balona binemedik
lunaparka gidemedik
başkalarıyla oldu
beyaz elbisesiyle yağmurda yürüyen, çantasından tabancasını çıkaran kadın seni neden korkutuyor
muhtemelen annenle benim rüyalarımız aynıdır
kaybettin kabul et
eğer anlamıyorsa boşver tatlım
bütün nesneleri bi kenara da atsan birisi hep sana aittir
sabret, hem başkaları da seni öptü
bir omzu hep diğerinden aşağıda yürüyor
kelimelerin hepsiyle birlikte yüklensem bir şey ifade ediyor mu?
bugün ben bir adamı öptüm
ah neden korktun?
seslenmek dua etmek gibi
'gittiğin o gece ardından iki kadın oturup ağlayacak
biri annen diğeri ben
benim biraz ahım kalacak'
allahım affet
on iki tane defterim var
ayva çiçek açmış yaz mı gelecek
vallahi inanmam
bugün ben birini neden öptüm?
bakınız deliriyorum
göz göre göre vazgeçiyorum
durdurun
ona güvenim sonsuz, hafızası harikadır
eminim hatırlayacaktır bir sürü sabahın beşini
bin beş yüz metre yükseklikten sana seslendim
bunu yaptım
köyüme gittim
buğdaylar
çilek
üşüdüğünde hep yanındayım
kollarını içeri sok, hava soğuk, kolların hep buz
senin anlayışına hayranım
neden ben olmama izin vermedin
tuğba hep çok güçlüymüş
eski arkadaşlar öyle diyorlar
zamanı durdurabilsem
geri

kalbim kırık öleceğim
bilmem ne halt edeceğim

27 Nisan 2012 Cuma

bitmeyecek bir şeylerin olduğuna inanmak, ne büyük yalan. sürüngen gibi gelip yalanıyla affet diyene inanmak. yılan. tekrardan geleni, tekrardan evine almak. koyun koyuna yatmak. iyi düşünmek, iyi olacak demek. nasıl da ziyan. midem bulanıyor. zamanın bir yerinde aynı tastan yediğim yemeğin içine tükürmek geliyor. böyle omurgasız. zamana yazık. ufacık bir tiksinti gölü. kocaman bir umursamazlık denizi. umrumda değil. üstüne çektiğin pelerinin altında boğulmana az kaldı. umrumda değil. gölgen de silinecek. ben hiçbir şey görmüyorum. ben hiçbir şey hatırlamıyorum. ben sadece inanmayı hatırlıyorum. birine sarılırsan ona kötülük edemezsin bunu biliyorum. ama görmeyen gözler eninde sonunda kör damgasını yiyecektir. terazinin olmayan adaleti. içinde koşturduğun hayal dünyası bile çirkin. nasıl da göze ve kulağa hiç hoş gelmiyor. ben seni böyle bilmezdim. kaldı ki ben seni hiç bilmemişim. biz burda umursamıyoruz. aynen böyle. ettiğimiz hiçbir sitem allahın üzerinden çektiği ellerinden daha zalimce olmayacak. bunu bildiğimiz için umrumuzda değil. işte aynen böyle. şimdi yalanını, dolanını, yılanını, zehirini al gölgen de seninle birlikte kaybolsun. bu da ilk ve son olsun.

24 Nisan 2012 Salı

toprak, sevdiklerimizi aldığı için mi böyle güzel kokar?

22 Nisan 2012 Pazar

Sevgili Masal,

şimdi senin annen kılıksız fakat, ihtimal ki düzgün bir işi olduktan, kendine bir çift esvap aldıktan, ve bir pazar akşamı geçemediği o sokaktan içinde hiçbir yanıcı madde uçuşmadan, uçarcasına geçtikten sonra, sen de bu aleme daha yakın olacaksın.

biz burda çok tuhaf zamanlar geçiriyoruz. yalnızlıktan birbirimizi ısırdığımız günler bile oldu. kimin kimi sevip kimden nefret ettiğini herkes biliyor ve her şey olabildiğince basit ve bayağı bir şekilde ilerliyor. yüklediğimiz anlamlar anlamsız çıktı, mesela ben o saatte orda olmaktan dolayı duyduğum pişmanlıktan birkaç kez kustum. sağlıklı biri olmaya, en azından o kadar çok kusmamaya özen gösteriyorum çünkü sen de bir bebek olarak en azından bu kadar kafası karışık olmayan bir anneyi hak ediyorsun.

gördüğün gibi yavrucuğum, hala bencil bir pislik gibi sana yazdığım mektupta bile kendimden bahsediyorum. ama tükürme, bi dinle, sor bakalım bunu neden yapıyorum. çünkü senin kadar benim de gazımın alınmasına ihtiyaç var. çünkü, anneannen biliyorsun, dünyanın en mükemmel insanı ama, bu sıralar beni dinlemiyor. hakim olmazsan hakkımı helal etmem diyor, başka bir şey demiyor. o yüzden sevgili Masal, sen de beni dinleyeceksin. kadın dayanışması yavrucuğum.

biliyorsun ben yazı falan yazıyorum. bundan para kazanmak gibi mülteci isteklerim de oldu ara sıra, bunu da biliyorsun. neticede kazanamadık. ben de böylelikle anladım ki, para kazanmak için hayal kurmamak gerekiyor. niçe diye bi bıyıklı var, sen geldiğin zaman sanıyorum ondan bol bol konuşacağız. ümit en büyük kötülüktür, çünkü işkenceyi uzatır falan diyor. buna benzer birtakım laflar. bunları hep konuşacağız. seni ayağımda sallarken (ki elbette her geleneksel anne gibi seni ayağımda sallayacağım), aforizmalardan mütevellit ninneler söyleyeceğim. loğusa cinlerine karşı yatağın kenarına ziller de asacağız, göbek kordonunu yeşeren bir filizin kenarına gömeceğiz, kulağına en bi güzel masalı, anka kuşununkini okuyacağız ve her cemrede sen biraz daha büyüyeceksin.

ve ben söz veriyorum, sana 'asla yalan söyleme'den başka birşey öğretmeyeceğim. bir de ahmet kaya'yı ve sezen aksu'yu ve zeki müren'i sevmelisin. çünkü onlar her zaman nefes almanı kolaylaştıracak. kürtleri ve çingeneleri ve şarapçıları da sevmelisin, çünkü onlar muhtemelen sen bile anne olana kadar hep esmer kalacak.

ve canım kızım, hayat babanın (ondan sonra bahsederiz) ve benim affedemediğimiz kadar hayaletlerle dolu. ama her şeye rağmen biz işte senin küçücük ellerinle bir piyanonun başına oturduğunu görmek için, aşık olup yemek yemediğinde biz de yiyemeyeceğimiz için, gözlerin illa ki simsiyah olacağı için, bunların hepsi için, gerekirse tüm gri renkleri kapatıp, yeşil bir mum yakacağız.

öperim gözlerinden.

21 Nisan 2012 Cumartesi

dünyadaki en temel ayrım ne erkekle kadınınki, ne doğuyla batınınki, ne kentliyle köylününki, ne senle benimki:

kat kat yaşlı da olsa yoksulun, zenginin önünde, ellerini kavuşturarak süklüm püklüm durmasınınki.

çünkü tarihin bilmem kaçında nasıl estiyse aklına, o tarlasını çitle çevirmeye karar veren adamın elleri sahip olmayı bize öğretti ve ondan bu yana iflah olmasını bilemedik.

thank you everybody. can I?

20 Nisan 2012 Cuma

ben sana günah işleyen ellerinden daha yakınım.

12 Nisan 2012 Perşembe

gökten üç molotof kokteyli düşmüş: biri yapana, biri atana, öbürü de tutana.

10 Nisan 2012 Salı

daha dikkatli bir düşünün şöyle. bugün biz 'canlı'nın ne olduğunu, nerede yaşadığını, adının ne olduğunu bile bilmiyoruz. elimizden kitaplar alınsa neye uğradığımızı şaşırırız. nereye gideceğimizi, kime yaklaşıp kimden uzaklaşacağımızı, kimi sevip kimden nefret edeceğimizi, kimi sayıp kimi hor göreceğimizi bilemeyiz.

bizim için insan olmak, etiyle, kanıyla, kemiğiyle insan olmak bile zor. 'genel bir insan' denilebilecek, nasıl olduğu belirsiz bir şey olmaya çalışıyoruz. aslında biz ölü doğmuş kişileriz. aslında çoktandır canlı olmayan babalardan çoğalıyoruz ve bu durum giderek hoşumuza da gidiyor. bir kolayını buluversek, neredeyse doğrudan doğruya düşüncelerden doğmayı sağlayacağız.

neyse, bu kadar yeter. bir daha 'yeraltı'ndan yazmak istemiyorum.

28 Mart 2012 Çarşamba

gökdelenlerin gölgesinde donarlarken, öylece tiksinerek yanlarından yürüdünüz. pislik, iğrenç, rezil paralarınızla üstlerini örtmediniz. arabalarınızı üzerlerine sürdünüz. boyalarınızı, afişlerinizi, reklamlarınızı gözlerine soktunuz. kader dedirttiniz, kader dedirttiniz.

ama işte yine. yine de. allah var, keder yok.

26 Mart 2012 Pazartesi

bilmemek bilmekten iyidir
düşünmeden yaşayalım
Mâra
günü ve saatleri ne yapacaksın
senelerin bile ehemmiyeti yoktur

seni ne tanıdığım günleri hatırlarım
ne seneleri
yalnız seni hatırlarım
ki benim gibi bir insansın
tanımamak tanımaktan iyidir
seni bir kere tanıdıktan sonra
yaşamak acısını da tanıdım
bu acıyı beraber tadalım
Mâra

başım omzunda iken sayıkladığıma bakma
beni istediğin yere götür
ikimiz de ne uykudayız
ne uyanık

21 Mart 2012 Çarşamba

"k-pax'de tımarhanede bir tane aristokrat kılıklı ingiliz bi hatun vardı, makyaj yapar sofrayı hazırlar ve beklerdi."

iki gözüm, seneler geçiyor.

19 Mart 2012 Pazartesi

tutku, insanoğlunun en büyük gerçeği, tanrı'ya ulaşmanın tek kılavuzudur.

18 Mart 2012 Pazar

kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür.
kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür.
kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür.
kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür.
kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür.
kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür.
kulak eğer gerçeği anlarsa gözdür.

bir şeyi 7 kez söylersen ölür.
Ağaca bakar - görmez ağacı - kendini görür
Yola bakar - görmez yolu - kendini görür
Yukarı bakar - yıldızlar var gökyüzünde -
Görmez - kendini görür
Ve aynaya bakar - görmez kendini -
-Selam verir

14 Mart 2012 Çarşamba

dünyanın bütün nehirlerini içesim, bütün dağlarına çıkasım, bütün şelalelerinden akasım var. dünya o kadar harika ki ve bir o kadar da acı biber ki anlatamam. belki de anlatırım ama daha önce denemedim. oysa bizim aşklarımızdan, büyük acılarımızdan daha naif bir yeryüzü var. aslında ben senin üstünü örterken, hep şükrediyordum.

ve biz bir trendeyiz, kıvrım kıvrım dağlardan geçiyoruz. çiçeklerin her birinin kokusu ayrı ayrı geliyor, sendeki ayrı. dünyanın bütün yollarından ve dağlarından vazgeçişimin hikayesi işte böyle. küçücük bir semte sıkışmamın hikayesi aynen böyle. bir şarkı ıslık gibi geliyor kulağa zaten, dağ olsa yıkılır zaten, hem ben kimi kandırıyorum zaten? dünyanın en güzeli sensin.

7 Mart 2012 Çarşamba



ama bana elmayla bisiklet arasındaki farkı anlatan birini okumanın ne anlamı var?
bisikleti ısırır, elmaya binersem, farkı anlarım.
fakat ne yapacağımı düşünmek, beni yapmaktan daha çok yoruyordu.
babamın bir zamanlar şöyle dediğini hatırlarım:
eğer birisinin ruhuna bakmak istersen,
sana hayallerini göstermesini istemelisin
böylece, senden daha beter bok içinde
yüzenlere karşı merhametin olur.

6 Mart 2012 Salı

insanla dolmayacak onca boşluk varken, aklımızda sürekli elimize geçirdiğimiz herkesle bir puzzle'i tamamlamak varken, leş gibi bir metafor yaparken, onu puzzle'ın kayıp parçasına benzetirken, işte biraz başım dönüyor.
havadan, sudan ve topraktan, canlı ve capcanlı, yürüyen ve koşan, neşeli ve bir o kadar da neşeli, aslında göz önünde, hep gözümün önünde, görmediğim.
biliyor musun, 5 aya kadar anne karnındaki bebekler sadece kalpten ibaretmiş. sadece kalp.
well, I'm the crawling king snake. Emekleyen, sürünen, sadece kalp.
ahmet kaya babam olsun istiyorum, erken ölür diye korkuyorum.
tuhaf ki bir sürü güzel, yeni yeni araba varken, hep bir kamyonetimiz olsa da dünyayı gezsek. elimizde çiçeklerle kamyonetin önünde poz versek. halden anlasak.

29 Şubat 2012 Çarşamba

gözlerinden, gözlerinden öperim

yüzyıl oldu yüzünü görmeyeli
belini sarmayalı
gözünün içinde durmayalı
aklının aydınlığına sorular sormayalı
dokunmayalı sıcaklığına karnının

yüz yıldır bekler beni
bir şehirde bir kadın

aynı daldaydık, aynı daldaydık
aynı daldan düşüp ayrıldık
aramızda yüz yıllık zaman
yol yüz yıllık

yüz yıldır alacakaranlıkta
koşuyorum ardından

21 Şubat 2012 Salı

rabbim sen bizi koru,

yavaş yürüyenlerden
bağıra bağıra konuşanlardan
çok konuşanlardan
çok gülen erkeklerden
çok ağlayan kadınlardan
çok olanlardan
yalnız kalamayanlardan
yalnız bırakılmışlardan
aynı yoldan sıkılanlardan
aynı yüzden sıkılanlardan
hiç hasta olmayanlardan
hep hasta olanlardan
sabah erken kalkanlardan
gece erken yatanlardan
hiçbir şeyi özlemeyenlerden
yağmuru sevmeyenlerden
çayı sevmeyenlerden
kırmızıyı sevmeyenlerden ve dağları sevmeyenlerden
bizi sevmeyenlerden.

amin

18 Şubat 2012 Cumartesi

canım benim anadolu
geçeyim mi senden gayrı?

16 Şubat 2012 Perşembe

narlar



bir zamanlar bahçesinde birçok nar ağacı dikili bir adam vardı ve güzler boyunca narlarını tepsiler içinde kapısının önüne koyar ve yanlarına üstüne kendi eliyle ' bir tane alın ücretsizdir' yazdığı etiketkeri yerleştirirdi. ama insanlar gelip geçer ve meyvelere kimse dokunmazdı.

derken adam uzun uzun düşündü ve bir güz boyunca narları gümüş tepsiler üzerine yerleştirip evinin dışına koymadı ama kapısına üstünde şunlar yazılı olan bir duyuru astı:

' burada ülkenin en iyi narları bulunmaktadır, onları bütün narlardan daha fazla gümüşe satıyoruz.'

ve mahallenin bütün erkekleri ve kadınları narları satın almak için kapıya hücum etmeye başladılar.

8 Şubat 2012 Çarşamba

bazı aşklar bitmesi için yaşanır
bazı doğum günleri kötü geçer
bazı romeolar julietleri iplemez
boşver
kim aşktan ölmüş ki

7 Şubat 2012 Salı

ben o kediyi fena tekmeleyeceğim. gözümün önünden mırıl mırıl geçmesine artık tahammül edemeyeceğim.

gözlerimle gördüm ve artık zamanı gelmişti. uzun zamandır zaten gözleri üzerimdeydi, benim gözlerim nerdeyse nerde, ne farkeder. konuşmamız gerekiyor. ben bir sürü cümle hazırladım hepsi her gün kafamın içinde dans ediyor, şimdi onları ona defedicem fakat iyi delirdim.

küçük bi sobanın önünde ellerimizi beraber ısıttık. bi an eli dokundu sobadan mı elinden mi bilmiyorum sıcak. biz o gün orda sanırım konuştuk. yüzüme bakan biri vardı. saçlarımı öyle değil de böyle toplamıştım bunların hepsini biliyordu. sonra bana söz verdi başka kimseye bunları anlatmayacakmış. bana söz verdi ve ben ona inandım.

dik bir yokuşun tepesine diktiğimiz evimizi anlattım ona. gerisingeri kayan ayaklarımızdan da söz ettim. beyaz dedim, onun elleri fırtınada çırpınan bir beyaz yelken. ellerini uzattı, onunki de beyaz. acıklı bir film izledim gibi oldu. birlikte.

allahım nasıl oluyor da tarçından bile güzel kokuyor...

6 Şubat 2012 Pazartesi

periden güzel, huriden müstesna
sebeb-i envai bela, türlü cefa
yedi düvel çehrene müptela
tam yedi tane ismin var iken
sonuncusu canfeza
ben garip aşık-ı şeyda iken
terk-i can etmen reva mı bana
müsterih ol sırrını vermem ağyara
sırrın da seninle beraber karıştı toprağa
bi-vefa, bi-vefa, bi-vefa

2 Şubat 2012 Perşembe

1. shot
2. shot
3. shot
4. shot
5. shot
6. tufaya geldik. gene koştuk koştuk sezen'e. ordan yıldız'a. ordan uzay.

ulan hep bir'den başlasaydık keşke...

28 Ocak 2012 Cumartesi

"yokladım yavrumu, yarası yoktur
yürekte yarası beş imiş meğer"

adıyaman yolu yaman.

25 Ocak 2012 Çarşamba

öfkeyle silkeleyip perişan yelesini
delphine, demir kürsüde tepinir gibi, birden
gözleri çakmak çakmak, güçlü bir sesle, dedi
-kim söz edebilirmiş aşk varken cehnnemden

binlerce lanet olsun, o ilk hayalci kimse
lanet o budalaya, o dürüstlük satana
çözümsüz ve kısır bir sorunu benimseyip
aşka dürüstlük denen saçmalığı katana

serin ile sıcağı, gündüz ile geceyi
gizemli bir uyumda görmek isteyen bir kaz
bir işe yaramayan inmeli bedenini
sevda denen o kızıl güneşte ısıtamaz

15 Ocak 2012 Pazar

şurdan şu serumu alıp boğazıma mı dolasam acaba? yan yataktaki teyze ölüyo mu lan? bismillahirrahmanirrahim.

gece olunca hastaneler tımarhanelere benzer. hemşire hayalet olur. çirkiiin, beyaaaz, yumuşatıcı kokan önlükleriyle gelirler. yatsan yatamazsın, kalksan nereye gideceksin allah aşkına! hastaneler geceleri tımarhane kokar.

buralar da aynı hastaneler gibi kesif kesif kokan, başında huniyle gezilen, önlüğü önden bağlanmış yerlere benzedi. film replikleriyle gezilen bu yerler bilincin gidip geldiği, sadece kokuya duyarlı, bi kere sarılıp kaçacak yerlere benzedi. İNSAN SEVDİ Mİ BUNA BİR ÇARE DÜŞÜNMELİ. insan sildi mi asıl buna bir çare düşünmeli ve kayboluyor diğer yüzlerin arasında artık her zerresi.

kesik kesik bileklerden nasıl olur da bu tımarhanede kan yerine çiçek akar? her şeyi böyle güzel yapan yanımızda yürüyen gölgeydi. artık hastane, önlükler, unutulmaması için duvara asılan yüzler, hatırlamak için gelen şarkılar, geçmemesi için edilen dualar yanımızda. gölge yok. insan her yanı dehşete salacak kökünden bir eyleme niyetlenir ya bazen, havaya uçan binaları hayal eder, bütün sokağın aynı anda sigara içişini, sokaktaki çocukların hepsinin cüzdanının kabarık, evi olmayanların plazaları, sürekli somurtan kızın ansızın sevişmesi nasıl olmuşsa öylece gülümsemesi, aniden havalanan uçaklar, bir milyon kişinin arasında göz göze gelen dört adet göz, o kadar iyi çekilmiş bir film ki o kadar olur. biz bunların hepsini ayrı ayrı özlerken, nasıl oldu da seyirci kaldık?

İNSAN SEVDİ Mİ BUNA BİR ÇARE DÜŞÜNMELİ. hayal kurmamalı mesela. sarılıp uyumalı. için niye cız cız cız cız ediyor, o ev niye işkence ediyor, yastık, nakış. bana ilmek ilmek sevmeyi öğretti. sonra bi gün uyandık. bakışsız bir kedi kara. toza dumana hasret kaldık.

8 Ocak 2012 Pazar

sevdadır

Göğü kucaklayıp getirdim sana
kokla
açılırsın

solmuşsun
benzin sararmış
yorgun bir işçinin yüzüne benziyor yüzün
öyle bükük bakma bana

çam kolonyası getirdim sana
kentli dağlıların haklı sevdasını
bolu ormanlarından çarpan bir koku
sanki köroğlunun ter kokusu
aman kokusu, billah kokusu
canlarım, canım benim

üzme kendini bu kadar
sana umudu öğretmeyenlerin suçu mu var
bak yeryüzü ne kadar geniş
ne kadar dar

Dur
akıtma gönlüm yaşını
gözünden öpecek bir yer bırak
oy bana en yakın
bana en uzak
sevgili yar
Hasretine vur beni

Giyecek çamaşır getirdim sana
adettir diye değil, sevdim diyedir
bağışla, eski biraz
bedenim uygundur diye bedenine
elimle yıkadım, ütüledim
elma ağacında kuruttum

Günler sarmal bir yay gibi
bunu unutma
Bahar annemizin yemenisindeki solgun çiçektir
bunu unutma
Seni ben her yerinden öperim
bunu unutma

kadere inansaydım
sana inanırdım
Düşürmem sigaramın ucundaki külü ben


öyle kırık bakma bana
Caddeler nasıl da genişliyor
sana bunu söyleyecektim
Bileyli bir makas vardı yanımda
sana bunu söyleyecektim
Hadi kes büyüyen tırnaklarındaki kiri
sana bunu...
Oyy nasıl söyleyebilirim
deliren sevdamızın kısrak huyunu

Elimi tut
tuttururlar, o kadarına izin verirler
kahreden bir ayrılığın çılgınlığı değil bu
Bir isyanın kelepçeleşmiş resmidir parmaklarımız

sen içerde
Ben dışarda...
Oy mahpusluk mahpusluk.

7 Ocak 2012 Cumartesi

aslına bakarsan insan her şeyi unutur. kavgaları, savaşları, gece yarısının karanlığını. ama ismini bilemediğimiz bir tür muska. işte hep aklımızda kalacak.

balık nasıl olur da kayar gider sımsıkı tuttuğun bir avuçtan. ve nasıl olur da bir balık avcundan kayarken zaten tepetaklak olan dünya bir daha dönmez? pamuk ipliğine bağlı nefesin nerde nasıl kesilir? kalkan yapsak ya insanlardan etrafımıza, arkasına saklansak. hiç mi özlemezsin dışarısını?

bu pislik, kusmuk dolu şehirden de geçilir. hiçbir zaman var olmayan bir rüyayı hep görmek istiyorsun.

6 Ocak 2012 Cuma

burda bu köşeden şöyle baktığımda hangisinin biz olduğunu kestirmek imkansız.o çocuğa sordum nerde gördün mü, dedi ki tanıyamadım. hepsine sordum tek tek, belki birisi hepsinden ziyade hatırlar diye. bir ben mi gördüm herşeyin o kadar güzel olduğunu, yalnız ben mi sonsuza kadar dedim?

kalem bile bana yazmıyor. herşeyden arınmış o gül gibi halini ben herkesten önce sevdim. başka biri dizsin aşk uğruna methiyeler, elinden geleni koymasın ardına, aşk desin, böyledir desin. ama aşk yağı döktüğünde cızırdayan kızgın tavadır. bunu ne sen, ne ben, ne o. değişmeyecek tek şey yakan bir şey, sabahın köründe sokaklarda koşturan şey, kendini taksilerde bulduran şey. biz de isterdik öyle bi hastane odasında kurdelelerle oturmayı, bir bebekle beraber gözlerini hayata yeniden açmayı. sayıklamayalım, cümle kuralım isterdik, ne söylesek inilti. ama nasıl bir büyü, böyle nafile, böyle hep nafile konuşturan, yalandan kaçan. hem kim döker bu kadar gözyaşı, ihanetlere karşı. yalancı.

5 Ocak 2012 Perşembe

böylesi bile masal gibiyken, sevgi sözleri fısıldayan hali kimbilir nasıl bir şiirdir