28 Nisan 2011 Perşembe

batın-zahir

bazı insanlar zamanında yazılabilecek her şeyi yazdığı için, bize ancak gevezelik etme özgürlüğü kaldı. en güzel evler satın alınmış, en yeni arabaya bir başkası biniyor ve bizim aşık olduklarımızın başka başka aşkları var.

okula geç kalmak ile topyekün hayata gecikmenin iç içe geçtiğini düşünmemek olanaksız. tembellik bir tür uyuşturucu. fazlaca vazgeçilmez. hem sizce biz neden bu kadar çok uyuyoruz? çünkü tembellik can sıkıntısıyla birlikte gelişen sinsi bir hastalık ve sıkıntıyı gidermeden o koltuktan kalkmak mümkün olmayacak.

o sıkıntıyı gidermek içinse, yapmayacağımız şey yok. bunun aksini iddia edeni dinlemem bile. ben mesela, okulda, sokakta, evde bir yangın falan çıksa da uğraşsak diye çokça beklemişimdir. işte tam da bu noktada, insanların yeri giderek daralıyor. hayatındaki yeri, zihnindeki yeri, hatta kalbindeki. söyleyeceklerinin ve paylaşabileceklerinin çok az önem taşıması sebebiyledir ki, hem seçiciliğimiz hem uyumsuzluğumuz kendiliğinden gelişiyor. seçiyoruz çünkü, öylesine bizimle olan her insan, öylesine gelişen her ilişki tiksinti uyandırıyor. en az bizim kadar bize benzeyen insanları arıyoruz, fakat artık insanlar çok iyi kamufle ettiklerinden, gizlemek için üstün bir çaba gösterdiklerinden kendilerini, bulmak pek öyle kolay olmuyor. bulsak da bunu sürdürmek oldukça zor, dışardaki alıcılar yüzünden. sürekli dikkatimiz dağıldığı için, dışarısı birtakım süslerle bezeli olduğu için, bir türlü odaklanamıyoruz, yoğunlaşamıyoruz. biriyle konuşurken sadece onunla konuşamıyoruz, birini severken onu seviyor olduğumuzu duyumsayamıyoruz, dizi izlerken reklam girmesi gibi bişey bu, uyanın aklımızı çeliyorlar. bizi bize bırakmıyorlar. bizde biz bırakmıyorlar. o iki kişilik dünya oluyor kerhane. yazıktır. etmeyin.

"işçiler işlerini bitirdikten sonra hiç olmazsa aldıkları parayla meyhaneye giderler, ne bileyim, oradan karakola düşerler. işte size en azından bir haftalık bir uğraş. ama bizler nereye gideceğiz?" (dostoyevski)

26 Nisan 2011 Salı

"bu da böyle bir ömrün hikayesi işte/tarak gibi bir ömrün."

24 Nisan 2011 Pazar

pastoral



çobanın kavalını çaldım. dağ yeşillendikçe yeşildi. anne yakmıştı ocağı. değil ki cadı kazanı. o kadar sıcak, o kadar ekmek.

çaldım asasını çobanın. dağlar bizimdir. yola düşersen eğer, yanından mendilimi eksik etme. yazma sarı, kırmızı yazma, yeşil yazma.

köye çalışmaya gelen 'doğulu' ailelere peşmerge derdi dedem. dedem sabah namazını asla kaçırmazdı. öten ilk horoz peşmergenin iş vaktini bağırsa da, dedem hepimiz kadar hoyrat, bir o kadar da türk'tü.

bozkır kokusu çiçeklerin içinden. gelin kokusu dağın içinden. kovuklara saklanmış aşk, fışkırır yeşilin içinden. her duaya amin demesek de içimizden.

bizim oralarda aman yok. kedilerin uzarken kuyrukları, babam sakalını hiç uzatmadı. sandığını açtı annem. gelinliği taze, gelinliği at kuyruğu. ben annemi sevdikçe güzel.

avcu kınalı. çeyizini yakmış. işlediği ilk yastık oyası. diyesim var batmış parmağına iğne. beyazın üstünde kırmızı. hem o beyaz gri oldu ya. oldu ya gri. en beyazımız bile gri.

23 Nisan 2011 Cumartesi

gidiniz

gitmiyorsunuz. oysa gitseniz?

başınızı alıp gitseniz. bizim kulağımız size sağır, gözlerimiz kör olsa, gitseniz?

küçük oyunlar tehlikeli oyunların yanında nedir ki? sizin yüreğiniz yeter mi en esaslısını oynamaya? dünyanız da kalbiniz kadar küçüktür. bizim sevincimizin yanına yaklaşamayacaksınız.

sabahlara üzerimizde tonlarca ağır yüklerle uyanıyor olabiliriz. aldığımız her nefes tümör büyütüyorsa, buna ancak saygı duyacaksınız. her sabah kendine yabancılaşarak uyanmaktan yeğdir.

hem siz sağa sola saldırırsınız. oysa dursanız? biraz durup dinleseniz kendinizi? karşılaşacağınız hiçlikle yüzleşmekten korkmasanız. siz, biraz, insan, olsanız.

biz beklemeyi en yakın dost bellemiş olabiliriz. sessizlikten sessizlik seçiyoruz, doğrudur. fakat, sizin kalabalığınızın bizim kimsesizliğimiz yanında en ufak bir değeri yoktur, bilesiniz.

size acıyoruz, desem? itham eder misiniz bizi nefret yüklenmişlikle? oysa bizim sevgimiz, en çok hak etmeyende gösterir kendini. korkarım bunu hiçbir zaman anlayamayacaksınız.

biz sevdik, kör olduk. başkasına kör olduk. oysa sizin sevdikçe büyür gözleriniz. baylar, bayanlar aşk en çok sizin olmadığınız yerde güzel şimdi.

20 Nisan 2011 Çarşamba

iyimser bir sonuç'a

Ben bir gün giderim ki neyim kalır
Eksik bıraktığım her şeyim kalır

Yaz günü kim ister ki öldüğünü
Eksik bıraktığım her şeyim kalır

Yaşamam bir beyazlık gibi sanki
Eksik bıraktığım her şeyim kalır

Genişlerim dağılırım beyazım
Ben bir gün giderim ki neyim kalır

Ben bir gün giderim ki ey diri at
Elbette benim de bir şeyim kalır

19 Nisan 2011 Salı

git artık allah aşkına git hem tanrı aşkına git öyle git ki geri gelme ne olur git ben bende kalmadım git benim bana halim kalmadı git güneşi göremedim git geceyle başa çıkamadım git denedim olmadı git deniyorum olmuyor git çaresizlik git yalnızlık git hep sessizlik git senin sessizliğin git nerdesin git orada mısın git hala uykusuz musun git gözlerin nerde git gözlerim gitti git vazgeçtim git vazgeçemedim git her şeyi bıraktım git seni bırakamadım git sarhoşum git fazla ayığım git şimdi gelme git bir tek sen gel git kitaplar üstüme yıkılıyor git istanbul üstüme yıkıldı git nerdesin git nerdesin git değmiyor git elleri saçıma değmiyor git hiç değmeyecek git acı kokuyor git istemiyorum git sensizlik git sessizlik git sonsuzluk git uçurum git denedim olmuyor git denedim olmadı git git git.

9 Nisan 2011 Cumartesi

beyazıt'tan notlar.



illa bir şeylerden vazgeçmemiz gerekiyorsa, bırakalım o öğle uykularımız olsun. feda ettiklerimiz ayağımızın altından kayıp giderken izlemek, görmek, bilmek, donmak.

süleymaniye'nin minaresinin hemen yanından geçen uçak mektup taşıyor. birinin kalbini alıp, diğerine taşıyor. yağmur yağınca bazen nehirler taşıyor. seviyorum, artık sabrım taşıyor.

kadıköy'de bir bank var. o bankı bir gece tutuşturmuşluğum var. benim sorumluluklarım var, ama kendime hiç. hapse giren insanların yüzünde de arsız bir ifade var. aklımı gönlümle barıştıramadım.

günahım boynuma, ben de az değilim. günlerce izmaritleri takip ettim. anne, lütfen beni burada daha fazla arama, saçlarıma düşen yıldızlar senin yüzünden deme, ölürüm, anne umarım senden önce ölürüm.

ve ben bir de şu evreni insanlardan bağımsız düşünebilsem. allah'ın eli yok, yok eli. sırat köprüsünde aklıma dünyalıklar geldiği için, kararsızlıktan adım atamayacağım. rabbim, beni benle başbaşa bırakma.

çünkü bizler, üzerinden viyadük geçen evleri anlatan adamı ciddiye almazken, adamın karısı elektrik sayacına sakız yapıştırırken, ve çocuğuna flüt alamayan baba hiç komik değilken hala gülüyorsak en az herkes kadar allah belamızı versin.

dur, bir saniye, şu adam senden daha güzel bakıyor. hem ben onu da sevmiştim. ya da dur dur, şaka yaptım.

en iyisi, biz evlenelim, sen de eve kömür taşı. çocukların kömür gibi gözleri olsun. ilk okudukları roman ince memed olsun. tek derdimiz aşk olsun. ben severim ahım kalır, dostlar benimle olsun.

7 Nisan 2011 Perşembe

"...çıkarlarını düşünmeyenler unutulacaktır. her olayda bir kenara çekilenler
gerçekten de bir kenarda kalacaklardır. yaptıkları işlerin gizli kalmasını
isteyenler, bunda başarıya ulaşacaklardır. kimse, onların varlığıyla tedirgin
olmayacaktır. bir gün öldükleri zaman, arkalarında küçük bir iz, bir anı, bir
gözyaşı, bir eser bırakmadan yok olacaklardır. Gazetedeki ölüm ilanı bile,
yedinci sayfada bir kenarda kalacak, kimsenin gözüne çarpmayacaktır. hayattan
çıkarı olmayanların, ölümden de çıkarı olmayacaktır. ölüm bile onların
adlarını duyurmaya yetmeyecektir. Herkesin mezarında güller ve menekşeler
büyürken, onların mezarlarını otlar bürüyecektir. mezarları bir kenarda
kalmasa bile, büyük ve muhteşem anıtların arasına sıkışıp kaybolacaktır.
cennetteki muhallebicide de garson onlarla ilgilenmeyecektir. ağız tadıyla bir
keşkül yiyemeden masadan kalkacaklardır. hayattan çıkarı olmayanların hayatı ,
çıkmaza sürüklenecektir. kendini beğenmişliğin cezasını daha bu dünyadan
çekmeye başlayacaklardır. sıkıntılarını kimseyle paylaşmasını bilmedikleri
için, yalnız başlarına ıstırap çekeceklerdir. duygu alıverişinden nasipleri
olmayacaktır. duygusuz, hareketsiz, tatsız bir hayat yaşadıkları sanılacaktır.
çektikleri acılarla, yüzlerinin buruşmasına, saçlarının beyazlaşmasına izin
verilmeyecektir. güldükleri zaman sevinçli, ağladıkları zaman kederli
oldukları sanılacaktır. hayattan çıkarları olmadığı da asla kabul
edilmeyecektir. böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir. aslında, hayattan
çıkarları olduğu ispat edilecektir, çıkarlarını korumak için canları çıktığı
halde, bunu beceremedikleri için,
çıkarlarıyokmuşdabirşeybeklemiyormuşçasınagillerden göründükleri yüzlerine
vurulacaktır. Onlar da bu saldırılara bir karşılık bulamayacaklardır.
kendilerini yokladıkları zaman, bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu,
hayatlarını boş yere harcadıklarını, ne yazık ki artık çok geç kaldıklarını
onlar da açık ve seçik olarak göreceklerdir. işte o anda dahi, delice bir
harekette bulunmalarına, anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine
göz yumulmayacaktır. kendilerini öldüremeyeceklerdir. onlara anlatılacaktır
ki, böyle bir davranış bütün yaşamlarıyla çelişki içindedir, gerçekle ilgisi
yoktur: kendilerini öldürürlerse, onlar hakkında varılan isabetli yargıları
çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olurlar. bu hiçbir şeyi değiştirmez.
onlar, bu rezilliğe de katlanarak sürünmeye devam edeceklerdir. hayatlarıyla
yanlış olanların ölümleriyle doğru olmalarına imkan var mıdır? hayattan çıkarı
olmamak, hem tanrının hem de insanların gözlerinde affedilmez bir suçtur;
gelişip yayılmaması için gerekli her türlü tedbir alınacaktır. bütün tarih,
bütün iktisat, bütün sosyoloji, bütün psikoloji, kısaca bütün lojiler, hayatın
çıkarcılığa dayandığını göstermek için yırtınacaklardır, yırtınmalıdırlar.
"Ben çıkarıma bakarım" diyeceksiniz, bunun için "babamı bile tanımam"
diyeceksiniz. kimseyi tanımayacaksınız; hele hayattan çıkarı olmayanları hiç!"

saçma sapan konuşma be şule!

konuşma.

5 Nisan 2011 Salı

...

"keşke tembelliğim nedeniyle olsaydı tüm bu serseriliklerim. tanrım öyle olsaydı kendime ne kadar çok saygı duyardım! isterse tembellik olsun; benim bir özelliğim var, bunu biliyorum diye düşünerek kendime karşı en büyük saygıyı duyardım. benim için 'kim bu adam' diye sorulunca yanıt olarak 'tembelin biri' yanıtını verirlerdi. ben bunu duymaktan son derece keyif duyacaktım. benim de kendimce bir özelliğim, benim için söylenen bir şeyler olacaktı. ne diyorsunuz siz, 'tembel' sözcüğü, şaka değil; bir ünvan, bir makam, bir başına bir gelecektir. benimle alay etmeyin, dalga geçmeyin, gerçektir, böyledir bu. bu durumda ben hak etmiş biri olarak seçkin bir derneğe üye olur, kendi kendime saygı göstermekten başka bir iş yapmazdım. bir arkadaşım vardı, yaşamı boyunca latifte şarabının uzmanı olmakla övünürdü. bu özelliğini, eşi bulunmaz bir erdem kabul ediyor ve kendisinin erdemli bir insan olduğu konusunda en küçük bir kuşku bile duymuyordu. ölürken, müthiş bir iç huzuruyla dolu olduğu kadar, zafer kazanmış olanların görkemli mutluluğunu da tatmış durumdaydı. bunda da sonuna kadar haklıydı elbette. ben tembel olabilsem buna bir de 'oburluk' eklerdim. ama öyle sıradan bir tembel obur olmazdım. hani, tüm güzel ve yararlı şeylere ilgi duyan tembel oburlardan olurdum. siz ne dersiniz buna? ben böyle olmayı ta başından beri düşlemişimdir. bu 'tüm güzel ve yararlı şeyler' kırk yaşımda bana önemli ölçüde sıkıntı verdi, ama bu kırk yaşındayken oldu. oysa gençlik yıllarımda, oh, o sıralar bambaşka olurdu tabi. o zaman hemencecik bir de iş bulurdum kendime. tüm o güzel ve yararlı şeylerin onuruna içerdim. kadehime önce bir damla gözyaşımı akıtırdım ve şarabımı o ' tüm güzel ve yararlı şeyler'in onuruna kaldırma fırsatını hiç mi hiç kaçırmazdım. dünyadaki her şeyi güzellik ve yararlılık açısından görürdüm. en kötü, en çirkin şeylerde bile yararlı ve güzel yanlar bulmasını bilirdim. bir de olabildiği kadar sulugözlü olurdum. söz gelimi bir ressam 'Ghe' ayarında bir tablo yaptı diyelim, hemen o ressamın sağlığına ve onuruna içerdim, çünkü tüm güzel ve yararlı şeyleri severdim. bir yazar diyelim ki 'canınız nasıl isterse' adlı bir kitap mı yazdı, hemen 'canınız nasıl isterse'nin onuruna kadehimi kaldırırdım. dedim ya ben 'güzel ve yararlı şeyler'in hepsini severim. tüm bunlara karşılık da bana saygı gösterilmesini ister ve bekler, göstermeyenin de yakasına hemen yapışırdım. rahat rahat yaşayıp gösterişle ölmekten daha ne güzel ne vardır? salıverdiğim göbeğimi, üç kat olmuş gerdanımı, rezilcesine yukarıda tuttuğum burnumu yolda giderken görenler, 'şu kalantor herife de bakın,eh,olunca böyle olmalı' derlerdi. sevgili okuyucularım, ne olursa olsun, yaşadığımız şu olumsuz çağda böyle gönlü okşayan sözler duymayı kim istemez! "