27 Eylül 2012 Perşembe

yanıma küçük bir oğlan çocuğu yaklaştı dün elinde plastik bi topla. "abla, benimle kimse oynamıyor" dedi.

ne kadar basit, ne kolay kurdu o cümleyi. yıllardır bir türlü kuramadığım o cümleyi küçücük bir oğlan çocuğu ne kolay döktü ağzından.

dedim ben oynarım seninle. sonra aldım topu en yakın balkona fırlattım. şimdi düşünsün dursun elinde plastik topu da olmadığı zaman neye yanacağını.

25 Eylül 2012 Salı

güzel olan bir şeyi çok sevmek tutkuyla, ondan başka bir şeyi sevmemek ise saplantıyla ilgilidir. ve kutsanacak en ufak bir yanı yoktur.
"aşık oldu, söyleyemez, utanç devri"

kaç yıl sonra başlayacağını henüz bilim adamlarımızın kesinlikle tespit edemediği tunç devri,halkımız için bir altın devri olacaktır. bir kısım ilahiyatçılara göre bu devir,isa'nın ikinci gelişi'yle aynı zamana rastlayacaktır. tunç devrinde insanlarımız arasında,birinci sınıf vatandaş, ikinci sınıf vatandaş ve halk şeklinde yapılan ayrım ortadan kalkacaktır. umumi nakil vasıtalarında biletçiler,halka,bay ve bayan gibi kaba tabirlerle hitap etmeyeceklerdir. şoförler halka eziyet etmeyeceklerdir. bozuk para bulunduracaklardır. köylüler,en kalın elbiseleriyle,güneş altında çömelerek saatlerce devlet kapısında beklemeyeceklerdir. apartman kapıcılarının saltanatı sona erecektir. kalabalık caddelerde oyuncak satan esmer adam,kemer satan ve olduğundan yirmi yaş fazla gösteren adam ve küçük şişelerde ne olduğu anlaşılmayan bir sıvı satan ve sarası yüzünden sık sık kaldırımlara düşen adam ve meyhanelerde fıstık satan gözlüklü genç adam ve gene meyhanelerde kasap oyunu oynayarak hayatını kazanan koço ve artık yaşlandığı için rakı isteyince şarap getiren garson tanaş,bu zavallı durumlarından kurtarılacaktır. herkes istediği mesleği seçecektir. ressam olmak isteyenler reklamcı,yazar olmak isteyenler mühendis,mimar olmak isteyenler iktisatçı,meyhaneci olmak isteyenler hukukçu,hukukçu olmak isteyenler tezgahtar,adam olmak isteyenler uşak ve dilediği gibi yaşamak isteyenler rezil olmayacaklardır. delilerle alay edilmeyecektir. mahalle çocukları böylelerinin peşine takılmayacaklardır. para kazanamayanlara serseri denilmeyecektir. babalar,kızlarını her çesit insana vereceklerdir. sokak köpeklerinin durumu düzeltilecektir. çocuklar,masallarla ve allah'ın vereceği cezalarla korkutulmayacaktır. taşradan gelenler,şehirde doğmaktan başka meziyetleri olmayanlar tarafından hor görülmeyeceklerdir. kurnazlık ortadan kalkacaktır. bu konuda sıkı tedbirler alınacaktır. yüreğimizi ezen bu sıkıntı,başımızdaki bu ağırlık kalkacaktır. o zaman,bin yıllık saltanat başlayacaktır. bin yıl daha sürecektir. bin yıl daha sürecektir. bin yıl daha,bin yıl daha...

kafana tüküriyim

"göreceksiniz ya, ben dünyadan ziyade kafamın içinde yaşayan bir insanım. hakiki hayatım benim için can sıkıcı bir rüyadan başka bir şey değildir. "

20 Eylül 2012 Perşembe

ben şimdi ne yapsam
ben şimdi ne yapsam kaç kere yalnız
kaç kere yalnız, ama kaç kere yalnız, gene kaç kere
insan olmalarımla

19 Eylül 2012 Çarşamba

"sevgi garip bir yangın, yaşaması için büyümesi gerek. o yangına her şeyini atacaksın; zamanını, gururunu, dehanı...ve kül olacaksın. insanlar ondan korkuyor, ondan yaşamıyorlar. sonsuz karşısında cücenin korkusu."

11 Eylül 2012 Salı

en güzel dua; aşkın nasıl geldiyse aynen öyle, naif, hafifçe ve acıtmadan çıkıp gitmesidir.

10 Eylül 2012 Pazartesi

Ertesi gün Kasımpaşa Yağhane Sokak'taki Huzur Kıraathanesi'ne doğru yürürken, satranç denilen hesap oyunundan pek anlamamasına rağmen İhsan Sait'in yüzü gülüyordu. Çünkü Diyarbekir'in Sur Mahallesi'nden beş yıl önce Dersaadet'e göçen Şarapçı Rebaz'ı burada bulacağından emindi. Hemen herkes gibi Rebaz'ın da acıklı bir hikayesi vardı. Çünkü bu efendi, üstelik Diyarbekir'de müftü olmaya kararlı bir medrese talebesi iken aşk derdine gark olmuş, bunun için şeyhe gidip ondan derdine bir derman bulmasını niyaz etmişti. Talih bu ya, şeyhte bu illete deva sayılacak bir ilaç vardı. Sedirin altındaki bir sandığı çekip açan şeyh, esrarengiz bir iksir şişesi çıkarmıştı, üzerinde şunlar yazılıydı:
                                                 CHÂTEAU MARGAUX

8 Eylül 2012 Cumartesi

"söylemeye insanın dili pek varmaz ama şimdi ancak, zabıta teşkilatının deyişiyle her ceset, müminlerin tabiriyle her mevta, çelebilerin deyimiyle her naaş, külhanilerin üslubuyla her leş, yahut kitabi katiplerin ilmi terimiyle her  kadavra kadar ehemmiyetleri vardı."

5 Eylül 2012 Çarşamba

yani kim ister ki durup dururken aklının ipini salmak hem yalnız hem deli kalmak kim ister saçlarını kesmek boş otobüslere binmek kimsenin gitmediği yerlere gitmek kim gönülden yapar ki kağıttan savaş uçaklarını ona mektup yazmak varken elleri neye yarıyor bana bitmeyen bir tek cümle söyle söyle edebiyata inanayım bir gün güzel üç gün kötü neden kötü iyiye kaç zamandır uzak iyi söyledin bu nasıl bir büyü kara büyü korkunç korku korkuyorum unutulan insanları gömerler gömmeliler biri bunları onlara anlatmalı onların toprakları teklifsizce kazmaları birbiri ardına indirilen kazmaları unutulanları gömelim çünkü nasıl affedilecekler birinin bizden ayrı bir yola düşmesi nasıl affedilecek biz hala yoldaki cam kırıklarına basmamaya çalışırken neden suç işledin gözümü bir kapattım sonra açtım aynı manzara bana gülümsemiyor nasıl unutursun yani isyan yani yoksulluk yani bir umudum sendin anlıyor musun eğer öğrendiysen nasıl geçer acı bana da öğretmeni hem bekler hem istemezdim ama böyle değil böyle gönülsüzce değil çünkü nafile uğraşıyorsun asla nefret etmem ki hepsini yaksan bir edip yangını eder mi beni bir tek sen anladın sen de anlamamazlıktan geldin gel gülelim buna da gülelim neyi bi türlü başaramadıysam ona elinden tutup bir çocuğu götürmek parka elinden tutup çocuğu parka götürmek bir çocuk elinden tutup......

3 Eylül 2012 Pazartesi

bitti gitti

bir çift kanattınız hüznün rüzgarlarında
dağılıp gitti melekleriniz, beyazın öte dağlarında
ağlasın arkanızdan bir ağızdan tüm dehşetiyle kolera
tıbı, sen harbi hayalet, sağlam gariban
ruhuna el-fatiha