28 Şubat 2013 Perşembe

yitirdiğimiz onca şeyle nasıl baş edelim? sen söyle, nasıl edelim? insan nasıl oluyor da kendi eserini yok edemiyor, kendi diktiği babil kulesinin altında eziliyor? kendi eseri ama bu gri duvarları yıkamıyor. kendini koyduğu zindandan çıkamıyor. devlet diyoruz, din diyoruz, baba diyoruz, hiç birinin hakkından gelemiyoruz. insana kendi prangalarıyla değil de yine kendisi gibi kanlı canlı insanlarla mücadele etmek kalıyor. insan insandan öyle nefret ediyor ki o nefret doğaya yansıyor, sular bulanıyor, çiçekler leş kokuyor.

çocukların kafasına ulaşabilmek için dumanlı şeylere meyletmek hep bundan. çünkü yalnızca bir çocuk hiç bir karşılık beklemeden birini öpebilir.

22 Şubat 2013 Cuma

bugünlerde bir silah temin etmek ne kadar kolay. silahı almak ama ayağına sıkmamak çünkü kemikler parçalanabilir çünkü sakat bırakabilir ve silahı ağzına sokmak ve ateşlememek çünkü bazı ağızlar silahı yutabilir. bugünlerde ne kolay öfkeye ve kana dair yazılar yazmak.

birini fotoğrafın kadrajına sokabilmek için insanüstü çabalar göstermek ne hoş. en güzel günlerimizdeyiz gençliğimizin. ruhu kaba sığdırmak ne kadar zor. binlerce insanın aynı yöne doğru koşması, devirmesi önüne geleni ne büyük mucize. hala ağza alabilmek bazı kelimeleri, emek gibi, vicdan gibi, ne kadar kolay ve ne kadar zor, silahın bir ağza girmesi gibi.

kendimizi alıp havanın orta yerine asamıyoruz, ne yazık ki bunu yapamıyoruz. bugünlerde ne kadar kolay hayata eyvallahı olmamak. ne yöne eserse rüzgar sağa sola büyü gibi düş gibi bi ahenkle savrulmak. canına okumak bütün yaşanmışlıkların, bütün kitapları yakmak ve onun yerine çocukların gözlerine bakmak. hep çocukların gözlerine bakmak.

bugünlerde anımsamak yasak. çünkü defalarca söyledim karnımız doyduğunda aşk başlayacak..

18 Şubat 2013 Pazartesi

bir trapezin durması gibi suya
içime çok yüksek bir yerden atlar mısın leyla
başın kaşın yarılsa diplerime çarparak
kanın karışsa suyuma
yerin bütün kanunlarına kusarak
ben sana bulanayım sen bana...

kapımı çalmanı istiyorum leyla
o kadar evde yokum ki anlatamam
insan insana aşık olmaz güzelim
insan insanın yanında bile durmaz
bak hala görmedin mi yoksa mecnunu
sen sanıp çölün öpmedi mi kumunu
şundandır her dem kalbe yayılan sızı
neyi sevdiysek dolandı kanatarak
dikenli bir tel olup seven her tarafımızı
elbet her fani gibi ben de bir faniyim
sen de bir fanisin leyla jiletin varsa göstereyim

yine de kapımı çalmanı istiyorum leyla
evde yokum evim yok dışardayız cümbür cemaat
seni de istemiyorum beni de bu başka
öyle bir yol ki nasıl güzel nasıl dar
benim de bu dünyada ödünç bir kapım var
olmuyor tutamıyorum kendimi leyla
kapımı çalmanı istiyorum hepsi bu kadar

17 Şubat 2013 Pazar

kim bizi tersine çevirmiş böyle
her ne yapsak
yola çıkan birine benziyoruz.

12 Şubat 2013 Salı

günlerdir öylece duruyordum. arabamı onun evinin önüne çekmiştim ve orada bekliyordum. sabahın ilk ışıklarından gece yarılarına kadar aynı yerde, arabayı park edip dışarı çıkıyor, elimdeki çekirdeklerin kabuklarını bi poşete doldurarak, pencerenin ışığını gözlüyordum. geceyi ise arabamda uyuyarak geçiriyordum. tacizim bununla da bitmiyordu. bütün gün o ve ben için anlamlı olduğuna inandığım (bu yalnızca benim iddiamdı) şarkıları bangır bangır çalıyor, millete bir huzurlu uyku uyutmuyordum. pisliğin teki çıkmıştım, fakat kendime hakim olamıyordum işte. 

ben bu dönülmez yola gireli hemen hemen on üç gün olmuştu. işi gücü bırakmıştım. zaman zaman dostlarım arıyor, beni bu cendereden kurtarmak için yanıma gelip çekiştire çekiştire eve götürmeye çalıştıkları da oluyordu. ancak pes etmeyecektim. elbette o evden çıkacaktı. o evden çıkacak ve beni düşürdüğü hali kendi gözleriyle görecekti. güzelim gözleriyle. saçı başı birbirine karışmış bir derbederdim, kendime özgü bir havam bile olabilirdi. uykusuz gözlere kim karşı koyabilir söyleyin bana. o evden çıkacaktı elbet. 

bu sancılı süreç esnasında en büyük düşmanım ise mahallenin çocukları olmuştu. yüzüme bakıp bakıp kah gülüyor, kah ağza alınmayacak laflar ediyorlardı. çocuklar halden anlamazdı. arsız, pusatsız, duldasız ve üryandı. ben de kendimi ayağımı yere sertçe vurup üzerlerine yürüyerek savunuyordum. çil yavrusu gibi dağılıyorlardı o zaman. on üç gündür yıkanmamanın ve arabada uyumanın verdiği çirkin görüntü onları elbette korkutuyordu. o ise, gözlerinin önünde yaşanan bu insanlık ayıbına karşı umarsız, vurdumduymaz ve bir o kadar da kördü. katiyyen evden çıkmıyordu.

on üç gündür evden çıkmaması nedense beni oradan ayrılıp başka bir yol denemeye yöneltmemişti. evdedir diyordum, nerde olcak evdedir. zaman zaman bu çocuk ne yer ne içer on üç gündür diyerek endişeleniyor, evine yemek sepetinden sipariş vermeyi düşünüyor, fakat bu korkunç düşünceyi hızlıca kafamdan uzaklaştırıyordum. bu durum bütün planlarımı alt üst edebilirdi. köşemden ayrılmamalıydım. her şey kendiliğinden olmalıydı.

ve öyle de oldu. on yedinci gündü. beklemekten iliğim kemiğim kurumuştu. apartmanın kapısı açıldı. önden bir kadın çıktı, arkada biri kapıyı tutuyordu. işte sonunda onu görmüştüm. apartmanın kapısından çıktıktan sonra hızlı hızlı kadının elini tuttu. kafasını biraz çevirmesiyle beni görmesi bir olmuştu. tam o anda, işte o lanet anda, sokakta top oynayan arsız, pusatsız, duldasız ve üryan çocuklardan birinin topa çektiği şut yüzümde patladı. ağzımdaki sakız yere düştü. o ise yanındaki kadınla beraber hızla olay yerinden uzaklaştı. bütün bunlar yaklaşık on yedi saniye içinde oldu. saat yediyi on yedi geçiyordu. 

3 Şubat 2013 Pazar

- siz benim niye içtiğimi nerden bileceksiniz?
- kim?
- sen, siz, o, hepiniz be hepiniz!
- sen kimsin ya?
- sus ve cevap ver. niye içtiğimi neden bilmiyorsun?
- abi seni tanımıyorum nerden çıktın sen böyle ya, bi anda belirdin yanımda.
- peki benim neler çektiğim konusunda bir fikriniz var mı?
- yok.
- olmaz tabi. bir gün yürürken arkana baktın mı? hepinizi birden takip ettim ben. küçük, hızlı ve sabırsız adımlarımla peşinize düştüm, birinizin bile bu adamın neler çektiğini artık öğrenelim dediğinizi duymadım.
- sen ne anlatıyon ya!
- sus konuşma ve dinle. peki sence ben kime küstüm?
- ya git işine ya.

sonra o adamın gömleği kiraz ağacında yırtıldı.