25 Eylül 2010 Cumartesi

son dakika

az önceki şarkıyı bloga koyarken etiketler kısmına 'dinleyelim' yerine, gayri ihtiyari 'müzik arası' yazmam ve gözlerimin dolu dolu olması...ailesinden ayrılıp ayrı eve çıkan bir teenage gibiyim şu an..

18 Eylül 2010 Cumartesi

fatih'in seni kurduğu yaştasın!

istanbul üniversitesi bence gerizekalı bir yer. insanlara son kayıt tarihi diye süreler vermelerine rağmen hala otomasyon sistemine girilmemesi, 'sayfa görüntülenemiyor, lütfen tekrar deneyiniz' gibi ilkokul seviyesindeki hata mesajlarıyla karşılaşılması üniversitenin hala 1453 yılı kafası yaşadığını göstermiyor mu bize? programda bana en cazip görünen dersin, ders seçme bölümünde yer almaması da ayrı bir tuhaf. ne edeceğimizi şaşırdık.

tipsizler!

10 Eylül 2010 Cuma

sweet dreams!



gördüğüm rüyaları genellikle uyandığım anda unuturum. fakat sorarım size bu rüya unutulacak türden midir?!

ben bu çağdan bir kere de şerefimle geçeceğim
lazım gelen gülleri göğsüme gömmüşüm
birleşmemiz radikal olacak, ben kan vereceğim
bunu daha çok küçükken bir filmde görmüştüm

dostlarım, her gece yatmadan önce şu dizeleri okur ardından da ah ah vincit omnia veritas, diyerek uykuya dalarım. sonunda olacağı buydu elbet. rüyamda ah muhsin ünlü ile evliydim!

ankara'nın çukurambar semtinde, geniş bir gecekonduda oturuyormuşuz. yeni evlenmişiz. çok geniş bir banyo var onu net hatırlıyorum. tabureye oturup, tasla kurnadan su doldurarak banyo yapıyorum. muhsinciğim sürekli evde benimle birlikte ama aramız hiç iyi değil :( hani olur ya, rüyada da olsan yaşadığın şeyden mutlu olup olmadığını hissedersin. ben onunla evli olduğum için çok mutsuzmuşum,biri bizi zorla evlendirmiş. bu yüzden de daha evleneli bir hafta olmuşken, ben evden kaçma planları yapıyorum. aptallığa bak, daha iyisini bulacağım sanki!

bu arada bir şairle evli olmak da çok havalı birşey yeeaa. eve giren çıkan yazar-çizer tayfasının haddi hesabı yok. bi odaya bakıyorum murat menteş elinde bir silahla oturuyor, diğer odaya geçiyorum emrah serbes oraya buraya baykuş resimleri asıyor. böyle enteresan olaylar. bi ara gidip sevgili eşime 'sen niye şiir yazmıyorsun artık, yazsana lan' bile diyorum.

sonra gece vakti bohçamı hazırlayıp gizlice evden çıkmak üzereyken uyandım. hayırdır inşallah.

9 Eylül 2010 Perşembe

adam yazmış

"yalnızlıktan kudurmuş bir çocuğun arabaların kaportasını anahtarla çizmesi gibi ruhumun kemirilişi de hep sinsiceydi. buna rağmen ansızın berraklaştığı oluyor bulanık günlerin hâlâ soğuk biralar oluyor güzel kızlar oluyor. yağmurdan sonra saçlarını havluyla kurulaman gibi olmuyor tabii o kalibrede sevda görmedim. öptüm ama içime çekmedim.

sen gittin ve herkes ölmeye başladı"

5 Eylül 2010 Pazar

welcome to the jungle!

gayet de bilincim yerindeyken intihar edebilirim. susmuş kabloları, suskun bir boyuna bağlayıp sıkmaktan daha mantıklısını göremiyorum. eh şunu da yapabilirim, bütün suçu modernizme atıp işin içinden kolaylıkla sıyrılabilirim. fakat bizde de bir sorun var sanki. kimsenin yapmaya ihtiyaç duymadığı, düşünmeye hacet görmediği, yokluğunda eksiklik hissetmediği birtakım şeylere olan zaafımız yüzünden gelecek suçlamaları ön görüyor, bazılarını reddediyor, bazılarınıysa gönülsüzce de olsa kabul ediyorum. ben aynı şarkıyı arka arkaya 217654378 kez dinleyebiliyorum.

okuduklarımdan çok etkileniyorum. okuduğum sadece birkaç şey kaldı. bu adamları seviyorum. adamlar diyorum, çünkü kadınlar yazı yazamaz. birkaç istisnayı kaideye dahil eder, az önceki cümlemin arkasında da ısrarla dururum.

kadınların yapamadığı birçok şey daha var. net değiliz biz. nötr olamıyoruz. ya bırakıp gidemiyoruz bile. uzun yıllar mücadele ettim bu düşünceyle. yok canım daha neler dedim, fakat gördüklerim izaha gerek bırakmıyor. biz daha önce tanımadığımız kadınlarla aynı masaya oturunca ilk önce 'benden daha güzel mi’yi düşünen varlıklarız. çünkü güzelliğin kadının kendini kabul ettirmesi için tek geçerli koşul olduğuna yıllarca empoze ediliyoruğuzdur.

iki lafın belini kırmak. bu deyimi ilk duyduğumda da son duyduğumda da güldüm. kadınlarla iki lafın belini kıramıyor ve dahi gülemiyor olduğumu söylemem beni obsesif, kompülsif ve de kompleksli yapar mı? peki kağıdı-kalemi, rujdan-rimelden daha çok kendime yakın bulmam beni 'çirkin'le itham eder mi? ikisi bir arada? hmmm.. elif şafak? bir mucize mi acaba bu kadının pinhan adlı bir kitapla zamanında çıkagelmesi?

taşın orda duruyor olması mucizedir. birden ortadan kaybolması değil. hepimizin varlığı birer mucizeye bağlı ve biz sıradanlık için mücadele eder olduk. aklıyla dünyanın altını üstüne getirmeye çalışanlar oldu, aklını boğmaya çalışanlar da. haklıyla haksızı ortaya çıkarmaya çalışmanın manası yok artık. referanduma evet mi hayır mı?

lacan'a bir, sana iki. ben kendimi ayna'dan önce de bilmiştim. bezmi alem. bezmişim alemden. desen de dört elle sarılıyor ya insan hayata, hastanede kan kusarken bile umut dolu oluyoruz ya, ben en çok buna şaşırıyorum. şaşırdığım şeyler listesinde bu ilk, ertuğrul sağlam ikinci sırayı alıyor.

müzik bence dünyadaki en güzel şey. ciddiyim. sırf bu yüzden burada olabiliriz. cennetin de eminim hoş bir tınısı vardır. kendi personal cennetime hangi şarkıyı fon müziği yapacağıma karar verebilecek kadar uzun süre yaşadım çok şükür. orada görmek istediğim insanları seçebilecek kadar da. görmek istediğim insanlara inandırılıyorum.

dostlarım aşka inanmıyorum. ıssız bi adaya düşsek ve yiyebileceğimiz son bir hindistan cevizi kalsa onu sevdiğim adamdan tıpkı bir sinsi gibi saklardım. böyle söylüyorum, çünkü böyle olsun istiyorum. iflah olmaz bir keriz gibi davranmanın lüzumu yok. çünkü yerin seni taşıdığı kadar ağırsın vs.

geçen gün oturdum bir film çektim. kafamda tabi. esas kız ve esas oğlan esaslı bir sevişme esnasındayken esas kız içmiş olduğu esrarın etkisiyle esrarengiz bir şekilde
eskiyi halüsine ediyor. (halüsine etmek?) esas kız in the sky with diamonds. eski sevgililerinin yüzleri bir bir esas oğlanın yüzüne yerleşip kayboluyor. bütün bunlar bir seramoni şeklinde devam ediyor. sabah olup da bir bakıyoruz ki kız ölmüş. dr. house bile teşhis koyamıyor bu ölüme. ölüm zamanı:bilinmiyor ölüm nedeni: ani ve aşırı üzüntü yazılıyor. filmin hepsi bu kadar ve elbette her duyarlı seyirci gibi jeneriğin akmasını beklemeden salondan çıkmayacaksınız. senarist burda ne anlatmış diye kafa yormanıza gerek yok. çünkü senaristin de ne yapmaya çalıştığına dair en ufak bir fikri yok. hayat da böyle değil midir a dostlar?

hayat biraz şundan, biraz bundan'dır. elimizin uzanmadığı her şeydir. rafta bir kitap duruyordur ve oldukça kalın görünüyordur. fakat ona uzanacak gücümüz yoktur. eksik geldik ve tamamlanmayı bekliyoruzdur.

hayata bir daha gelsem, bir hayata dönüş operasyonu da bana yapılsa, hayatımı yazarak kazanabilecek kadar zengin olmak isterdim. belki bir ev alacak kadar...bir araba?bir yayınevi kuracak kadar...bir dünya turu belki? bir kızımın hayatını kocasına muhtaç olmadan yaşayabilmesini garantileyecek kadar..bir..bir...

son zamanlarda rüyamda hep kedi görüyorum.