28 Aralık 2011 Çarşamba

günlerden bir gün
diğer günlerden ziyade
durup durup nefes almışım
çünkü kimi neden böyle sevdiğini anladığın küçücük bir nokta
sonra kimi nasıl böyle hep özleyeceğini anladığın kocaman bir yol

keşke çocuklar gibi zaman nedir bilmeseydik
zaman da böyle insanı ezmeseydi
kimse tek bir dokunuşla son sevilen olmasaydı
ama herkesin inandığı bir şey var.
bir.

22 Aralık 2011 Perşembe

kimse acının karşısında saygı duruşuna geçmiyor.

14 Aralık 2011 Çarşamba

"bir gerçekle güzel güzel oturabilirdi bu adam, yalnız olsaydı. ama bir gerçekle yalnız kalmak kolay iş miydi! gerçeğin yanında iken, ziyaretime gelin diye inleyen insanları çağıracak kadar zevksiz de değildi; gerçek ağızlara düşmemeliydi; pek doğuluydu bu konuda. 'hoşçakalın madam' dedi düpedüz, 'bir başka sefer yine görüşürüz. belki insan bin yıl sonra daha kuvvetli, daha sağlam olur. hem güzelliğiniz daha oluş halinde, madam' dedi, hani sırf bir nezaket de değildi bu. böyle deyip gitti ve dışarıda herkeslere kendi hayvanat bahçesini açtı: bizde hiç görülmemiş, daha iri cinsten yalanlar için bir nevi Jardin d' Acclimatation; abartmalar için bir palmiyelik ve sahte sırlar için ufak, bakımlı bir incirlik. insanlar dört bir yandan geldiler ve o, elmas tokalı ayakkabılarıyla ortada dolaştı ve ziyaretçilerin emrine hazır bulundu."

10 Aralık 2011 Cumartesi

yemek yaparken, manavdan meyve aldığını hayal ederken, kedi kapıdaki boncuklara değerken, gelenin ayak seslerini alırken, gelenin sadece kedi iken. yanak-ıslak.

ardından önce gözlerini, sonra yüreğini öperken, sonra her yanını severken, gerçek mi? eli değiyor işte elleri var ve burdalar bütün elleri. hem doğusunu hem batısını bunca bilirken, beyninin içindekileri anlayabilmek diyip kafanı duvarlara vururken, gerçek mi? aman sen de herhangi bir şarkıyla yerlere yığılmak o kadar gerçek mi?

birbirimize taktığımız isimler, her sabah sarı sarı güneş, her akşam kara kara akşam, aynadaki çirkin, betondaki gövde, ağızdaki çığlık, kasetteki yangın, okuyamadığın kitap, yazamadığın mektup, alamadığın hediye, veremediğin ömür, bakamadığın göz, uzaktaki uzak, sıcaktaki koku, soğuktaki omuz, eldeki hayal, dizdeki yara, yaradaki iz, sonra bi sürü balık, işte unuttum gitti.

ben bir sözdüm/hep dilimin altında gezdim.

7 Aralık 2011 Çarşamba

ne yaptıysa inen her akşamda can teslim etmemeyi beceremedi.
ne ettiyse her yağmurda gülümsemeden edemedi.
gidemedi.

4 Aralık 2011 Pazar

28 Kasım 2011 Pazartesi

beyaz atlar sulara

Benim yüzümde her şeyler var
Üç dilim ekmek bunlardan biri
Annem bir taşa oturmuş bunlardan biri
Sur dışlarında hafif bir eskici olur
Olur ya bir kendi olur biraz da elleri
İnsan yalnız mı buna bir çare düşünmeli.

Dün biraz ağlamıştım bunlardan biridir şimdi
Çok gülünç bir şekilde kahveye giriyorum
Sorsam ya kapıdayken gözyaşı girilir mi
Girilmez, girilmez, bunu her mahmut biraz anlatır
Korkuyla anlatır, yüzünü baygın tutar anlatır
Kahveci, seni sevmiyorum bunlardan biri.

Bir deniz yandı gene, yansın ne çıkar sanki
İşte horoz öttü yüzümün yarısında
Yüzümde bir horoz var dünyanın biri
Seni sevmek neden mi, acı ve güzel
Geldikçe geliyorlar ellerinin elleri
Odalar! çıplak masalar! buna bir çare düşünmeli.

Bu da bir şarap olmalı şimdi boşluğu dolduracak
İçince bir korsan ağzıyla içmeli
Eskidir, yorgundur, ayıptır diye yüzler
Bir sinek sinek mi vurunca öldürmeli
Ve sinek öldü müydü hafif bir uzaklık olur
Olur ya, hem biraz dargındır hem biraz evli
İnsan sevdi miydi buna bir çare düşünmeli.

25 Kasım 2011 Cuma

"...sizin gelenek dediğiniz şey, genelevlerin önünde uzadıkça uzayan kuyruklardır; bizzat o kuyruktakiler tarafından mezar-evlere bir ömür boyu tıkılan, o evlerde düzülen, dövülen, öldürülen kederli kadınlardır; şamarla, tacizle, ensestle, yoksunluk duygusuyla, her neviden dandik ders kitabı ve kabus sınavla büyüyen çocuklardır; bin türlü nafile savaşa pervasızca sürülüp canından edilen fidanlar, kışlada çuvallara konup dövülen, kama üzerinde şınav çektirilip öldürülen eğitim zayiatı askerlerdir; leş gibi atölyelerde kot taşlarken ciğerleri ölümle doldurulan işçilerdir; azaptan beter fabrikalarda, bürolarda, dükkanlarda üç kuruşa günde on iki saat esir edilen emekçilerdir; her daim itilip kakılan, dalga geçilen, peşinden azrailin gölgesi hiç eksik edilmeyen eşcinseller, travestilerdir; copla, tazyikli suyla, gazla harap edilen muhalifler, öğrenciler, kürtlerdir; üniversite kapılarında heba edilen, utanç perukları giymeye mecbur edilen, üzerine bir de acıları siyasi iktidar savaşlarına meze edilen başörtülü gençlerdir...
bilirkişi beyler, sizin gelenek dediğiniz şey, bir barbarlık ve zulüm tarihinin ta kendisidir..."

murat uyurkulak

9 Kasım 2011 Çarşamba

sevgili bekir,

niye bekir? duvardaki iki fotoğraftan biri olmak bekir? herkes yerleşik de sen neden bekir? bir üçüncü yol yok mudur, bekir?

"men amene bi'l-kader
emine mine'l-keder"

30 Ekim 2011 Pazar

böyle zamanlar tehlikelidir şemsettin
ya gel cebime saklan ya bırak şapkana saklanayım
kim vurduya gider insan fırsat yok ki kendimi savunup aklanayım
bir ara sen de biliyorum kedilerden korkuyordun
çünkü kendini işkembe zannediyordun
böyle bir şey ben de atlattım
iskemle sandım kendimi bir süre
üzerime oturacaklar diye korkulardaydım
ama sonra yırttım şemsettin
kendime telkinler yaptım “sen iskemle değilsin” diye diye
inandırdım kendimi, sana hak vermiyor değilim ama şemsettin zaman kötü
aslında ne sen ne ben ikimiz de deli falan değiliz
herkes oynatmış
sadece sen ve ben normaliz
ama şemsettin laf aramızda
laf aramızda…
laf aramızda…

şemsettin laf aramızda kaldı çıkamıyor
kendini ifade edemiyor bir türlü…
ama çok dikkatli olalım şemsettin
sen de fark ettin zaman kötü en iyisi biz işi deliliğe vuralım
sen kedilerden kork işkembesin diye,
ben insanlardan korkayım iskemleyim diye,
ve iskemle üzerinde işkembe, çarşamba, perşembe
gün say şemsettin gün say…
çünkü nasıl olsa bir gün gelip bizi alacaklar
bu işten yırtmak için saat numarası yapalım
sen yelkovan ol ben yengeç
soranlara tek cevap verelim, “vakit çok geç”
vakit çok geç…
vakit çok geç şemsettin, geldiler…
ne yapsak da hepimizi birden kurtarsak. nasıl yapsak da göğsümüzde asılı salıncağı koparsak. nerde ne söylesek de yitirdiğimiz her şey yeniden bizim.

orda bir yol var uzakta. adım adım yaklaşıp, bir türlü yetişemediğimiz. gövde serden geçti, canım tenden geçti, gönül..

20 Ekim 2011 Perşembe

bazen sorgusuz sualsiz. bazen bütün gün düşünce. bazen anlayamazsın. bazen hepsi bir bir dökülür ellerine.

istanbul'da her yağmur yağdığında sokağın birinden sarı bir gül kokusu gelir. sokak üstüne üstüne gelir, sola dönersin, gülden geçilmez. sonra yağmur yıkayınca kiri pası, sen de yenilenirim sanarsın, su ateşle aynıdır çünkü, halden hale sokar. ama bazı sular hep hep boşa akar.

yokuşu çıkarsın boşu boşuna. köprüyü geçersin boşu boşuna. bir adım ileri, iki adım geri, boşu boşuna. işte kalem işte ızdırap, boşu boşuna...

16 Ekim 2011 Pazar

yalnızlaşıyoruz mütemadiyen.

9 Ekim 2011 Pazar

-selam yalnızlık, ben geldim.
-merhaba cınım.
-nassın?
-yalnızım.
-başka bir lafın yok mu senin ya, geliyoruz gidiyoruz aynı cevap!
-hep gelip, sonra da geri gittiğin için öyle olabilir mi acaba?
-bu sefer yatıya geldim. sende kalmaya geldim. senin olmaya geldim.
-höst. ağırdan al.
-alayım. nefret ettiğim halde sana geldim. çünkü gidecek yerim yok.
-nerde kör, sakat bize gelsin zaten. sağlam adam uğramaz ki.
-kalbimi kırıyorsun.
-biliyorum.
-ben gidiyorum.
-al işte!

28 Eylül 2011 Çarşamba

mithat efendi mahpeyker'i görür ve derhal aşık olur. derhal.

derhal git bu evden. derhal bu evi de al git, ben de duvarları ziftle boyayacağım.

çünkü ben sen yokken duvarları hep ziftle boyayacağım ve ziftin içinden bembeyaz bi şair çıkaracağım.

tüm bunlar için derhal aşık ol ve git.

"çünkü inanmak seccadeyi aynı zamanda kendi gırtlağına da uygulamaktır."

diyelim ki çamlıca tepesindeyiz. adetim olmadığı halde çok çamlıca tepeliyim o gün.

sen de ormandasın. av denemez mevsimi değil, sen hep ormandasın.

derhal o ormandan çık, aşık ol, ve git.

çünkü ben çıktım, oldum ve gittim. elimde bi sürü gelincik ve kırlangıç ve martı ve kedicik.

sen derhal gözüne indir perdeyi ve çıkma ve aşık olma ve gitme.

sayıkla. say. kaç etti. dört bahar dönümü daha. say. kaç etti. sayıkla. say.

26 Eylül 2011 Pazartesi

seyrederim hayret ile şu alemi
ne bilinir kıymet, ne kıyamet
allah'a emanet ne gelir elden

ne sahibim bu yerde, ne kiracı
sadece bir ömürlük misafirim ben.

23 Eylül 2011 Cuma

dileyebilseydim bir dilek tanrıdan eğer, hiç sıkılmamayı isterdim hiçbir şeyden hiç.
te o vakit, sesler iki yandan kucaklaşır.
gölgeler selamlaşır.

18 Eylül 2011 Pazar

gözlerimin önünde sıcak, ılık, ışık yürüyorsun. çıkarıp o tişörtü, üstüne gömleğini geçiriyorsun. gözlerimin önünde büyüyorsun. seni seviyorum.

12 Eylül 2011 Pazartesi

-nasılsın?
-senden iyi değilim.
-iyi misin demedim, nasılsın diye sordum. aradaki farkı fark ettin değil mi?
-çok mu iyisin?
-senden iyiyim.
-herkes benden iyidir. çünkü ben, arzı boynuzunda taşıyan öküzüm.
-kendine haksızlık etme.
-sen bana haksızlık et o zaman. hoşuma gidiyor.
-bunu bir hobi haline getirmeyelim sonra?
-neden olmasın? böyle sürüncemeli, serzenişli bir hayat. o kadar da farkımız olsun.
-ne kadar?
-o kadar yani. bütün farkımız bu olsun.
-ya çiçekler? onlar da gider mi?
-saçının kenarına takarsan gitmez. orası çiçek yeri. çiçek orda daha güzel.
-sen nerde daha güzelsin?
-ben güzel olamam. çağıran olurum, çağrılmayan olurum, çeken olurum, iten olurum ama güzel olamam.
-yine mi senden konuşacağız hep? ya benim efkarım ne olacak?
-önce suya karışacak. ordan bir çiçeğe, çiçek kulağının arkasına...
-sen benim yanımda. senin başın omzumda, biz versek omuz omuza, belki daha hafif yağmurlar, belki daha yaşanılır dünya...

8 Eylül 2011 Perşembe

dünya yuvarlak değil
ırmak denize kavuşmuyor
yol bir yere varmıyor
deniz mütemadiyen karaya vurmuyor
ağaç âh o kimsesiz göğe uzanmıyor
kimse kimseyi sevmiyor
kimse kimseyi anlamıyor
zifiri karanlık aynada
sır sûreti tutmuyor
ne yandan baksam
boşluk sızmıyor
uzattığım ellerim
ellerine uzanmıyor
dünya yuvarlak değil
dünya dönmüyor

7 Eylül 2011 Çarşamba

neden hakan günday okumalıyız?

çünkü öfkesi var, tıpkı bir çocuğunki gibi saf, katıksız, keskin bir öfkesi. çünkü mutluluğu anlatıyor hem de bir çocuğunki gibi çıplak, uçuran bir mutluluk. çünkü hepimiz gibi o da O'nun beyaz mantosundan çıkmış:

"çünkü eğer bu dünyada bir yerlerde, insanlar çocukları bombalıyorsa, bunu bilmeye gerek yoktu. o dünya zaten yanmış çocuk eti kokardı. eğer bir yerlerde başka çocuklar açlıktan geberip gidiyorsa, bunu da bilmeye gerek yoktu. o dünyanın zaten açlıktan nefesi kokardı. ve çocukların burunları bu kokuları alır, ergen öfkesi olarak da geri verirdi. ta ki burunları yetişkin uysallığıyla tıkanana kadar."

22 Ağustos 2011 Pazartesi

kesiksiz övgü

esmer güzeli neclâ'nın baktıkça "bayıldım" dediği gökyüzü
işte ben bunu mutlak yazmalıyım dedim
karanlıkta dünyayı bir bir hatırlamak
ben yeter dedikçe şehirlerin güzelleşmesi
bir anda kendi kendime bulduğum mutlu gerçek
bir kadın var beni onun iki eli iki gözü kurtarır yaşamamaktan
öyle hoşlanırım ki onunla yatmaktan utanırım artık

sabahları acıkmayı ondan öğrendim
"ve şüphesiz ki ettiğin bütün yeminler bir gün bozulmak içindir."

16 Ağustos 2011 Salı

14 Ağustos 2011 Pazar

sanıyor musun ki korkunun ecele faydası var? sahici bir sarsıntı, sahte bir dengeden iyidir.

12 Ağustos 2011 Cuma

nikotin

biz eskiden temiz kalan tek yerdir devrim derdik. yapacak bişey yoktu, inanmıştık buna. temiz kalmak ne demekse artık. sahi artık temiz kalmak ne demek?

candan daha yakın bir dostuma açmıştım bu konuyu gecelerden bir gece. demiştim ki temiz kalmak temiz kalmaktır işte, herkes olanca gücüyle çekerken seni ipin bir ucundan, yerinden bir santim kımıldamamaktır, içinden gelmiyorsa asla gülmemektir başkasının yüzüne sırf seni daha çok sevsinler diye. yakışmayan sana, üzerinde şık durmayan hiçbir hali kabul etmemektir, ne biliyim ya, temiz kalmak orda onlara ilişmeden, eğlenmek kendi başına, zaten neşesi yeter.

o benimle aynı fikirde değildi. zaten bazen, kimse seninle aynı fikirde olmaz ya, sırf sen temiz kaldığını düşün de daha dik yürüyebil diye. dostlar bazen bizi çok düşünür gibi yaparken, en ufak bir fikirleri bile olmaz.

hani düşün o lanet, melun ve de ıssız adaya iki kişi düşmüşsün. kafandan başka yükün yok. yanına da birini vermişler, soruyu sorduklarında kimi almak istiyorsan onu işte. ıssız ada yani, allah'tan saat yok yoksa hepten kafayı yerdin. yanında saat gibi biri var ama. adaya düşmeden önce biriktirdiğin her şeyi ona anlatman lazım. sanki o an'a kadar hep bunun için yaşamışsın gibi. o da aynısını senin için yaşamış gibi. ne kadar? ben en çok bunu merak ediyorum o ikisi ne kadar tek bir insan olabilecek? eritecekse bizi ıssız ada tek potada eritsin. öyle kolay mı?

değil. hiçbir şey kolay değil. sudan çıkmış balığa dönmek de, kendine her zamankinden fazla inanmak zorunda kalmak da kolay değil. hem kolay değil yeniden takvimlere bakmak, ayı, günü saymak. bir kuş gelse de gagasında bütün dünyayı taşısa, götürse uzaklara. söz veriyorum aşağı bakmaktan korkmayacağım.

8 Ağustos 2011 Pazartesi

hani görsen, eni konu divane...

1 Ağustos 2011 Pazartesi

münacaat

bu yaşa erdirdin beni, gençtim almadın canımı
ölmedim genç olarak, ölmedim beni leylâk
büklümlerinin içten ve dışardan
sarmaladığı günlerde
bir zamandı
heves ettim gölgemi enginde yatan
o berrak sayfada gezindirsem diye
ölmedim, bir gençlik ölümü saklı kaldı bende.

vakti vardıysa aşkın, onu beklemeliydi
genç olmak yetmiyordu fayrap sevişmek için
halbuki aşk, başka ne olsundu hayatın mazereti
demedim dilimin ucuna gelen her ne ise
vay ki gençtim
ölümle paslanmış buldum sesimi.

hata yapmak
fırsatını adem'e veren sendin
bilmedim onun talihinden ne kadar düştü bana
gençtim ben ve neden hata payı yok diyordum hayatımda
gergin bedenim toprağa binlerce fışkını saplar idi
haykırınca çeviklik katardım gökyüzüne
bir düşü düşlere dalmaksızın kavrayarak
bulutu kapsayarak açmadan buluta içtekini
tanıdım ademoğlu kimin nesiymiş
ter döküp soru sormak nereye sürüklermiş kişiyi.

çeşme var, kurnası murdar
yazgım
kendi avucumda seyretmek kırgın aksimi.

gençtim ya, ne farkeder deyip geçerdim
nehrin uğultusu da olur, dalların hışırtısı da
gözyaşı, çiğ tanesi, gizli dert veya verem
ne fark eder demişim
bilmeden farkı istemişim.
vay beni leylâk kokusundan çoban çevgenine
arastadan ırmaklara çarkettiren dargınlık!
yola madem
çöllerdeki satrabı yalvartmak için çıkmıştım
hava bozar, yüzüm eğik giderdim yine
yaza doğru en kuduzuyla sürüngenlerin sabahlar
yola devam ederdim.

gençtim işte şehrin o yatık raksından incinen yine bendim
gelip bana çatardı o ruh tutuşturucu yalgın
onunla ben
hep sevişecek gibi baktık birbirimize.
bir kez öpüşebilseydik dünyayı solduracaktık.

oysa bu sürgün yeri, bu pıtraklı diyar
ne kadar korkulu yankı bulagelmiş gizlerimizde
hani yok burda yanlışı yoklayacak hiç aralık
bütün vadilere indik bir kez öpüşmek için
kalmadı hiç bir tepe çıkılmadık
eriyeydik nesteren köklerine sindiğimizce
alıcı kuş pençesiyle uçarak arınaydık
ah, bir olaydı diyorduk vakar da yoksanaydı
doğruydu böyle kan telef olmasın diye çabalamamız
ama kendi çeperlerimizi böyle kana buladık
gönendi dünya bundan istifade
dünya bayındırladı:
bir yakış, bir yanış tasarımı beride
öte yakada benî âdem
her gün küsülü kaldık.

bunca yıl bu gücenik macera beni tutuklu kılan
artık bu yaşa erdirdin beni, anladım
gençken almadın canımı, bilmedim
demek gökten ağsa bile tohum yürekten düşecekmiş
çünkü hataya bağışık büyük hatadan beri nezaret yer
çiğ tanesi sanmak ne cüret, gözyaşıymış
insanın insana raptolduğu cevher.

şimdi tekrar ne yapsam dedirtme bana yarabbi
taşınacak suyu göster, kırılacak odunu
kaldı bu silinmez yaşamak suçu üzerimde
bileyim hangi suyun sakasıyım ya rabbelalemin
tütmesi gereken ocak nerde?

18 Temmuz 2011 Pazartesi

masanın bir ayağı sen, bir ayağı ben. masanın altıyla üstü aynı, gözlerini kaçırma. senin gözlerin var ki benim başımda akıl fikir kalmasın. hocanın yüzüme üflediği dua ancak gözlerini büyütüyor. funda. çaresiz.

bu şehrin bir yakası sen, diğeri ben. aradaki köprüler bence görünmez, sende duvar. o kadar farkımız olsun. olsun ki ben sana benzeyen herkesten ayrı ayrı kaçayım. sonra bu evin kapılarını açık bırakayım, it uğursuz içeri dalsın.

yollardan biri ben, öbürü sen değil. bastığımız çiçekler mezarlarımızda bitecek. sahi bu şarkı ne zaman bitecek? fazla hüzünlü ve fazla delici ve fazla uzun. şarkı dediğin de böyle olmalı ama. hah.

dur şöyle sağlam bir düşüneyim de biri sen, biri ben. sen bile beğen yani, o kadar olur. iki tane ben yapıyım, yenisi eskisinden hem sağlam, hem ezilmiş. seviyi, sevmiyi. hırsımdan papatyaları yiyorum.

bir şarkıyı çıplak sesle söylemek gibisin. beni şaşırtan, bana yeni ve eski, bana beni, bende ben.
sen esas alemi seçtiğinden beri
ben o saniyede bittiğimden beri
dünya bildiğin dünya
dönüp duruyor işte
uzun uzun konuşuruz bi gün son istanbul beyi.

16 Temmuz 2011 Cumartesi

elverir ki bir gün bana derinden,
ta derinden bir gün bana,
gel desin.

9 Temmuz 2011 Cumartesi



suçlusunuz. durmadan suçlusunuz. durmadan suçlusunuz.

8 Temmuz 2011 Cuma

Gül Satıcısı

Bir gül satıcısı gördüm uyandığımda
Çok sevindim, gülü kalbe değişeceğine
Gülü kalbe değişeceğine

Bir kalbimiz vardı, hastalık ve yara dolu
İnanamadım önce, gülü kalbe değişeceğine
Gülü kalbe değişeceğine

Pazarlık ettik, "Takas etmem" dedi;
"Güle canını da verir üstüne
Canını da verir üstüne"

Sordum: "Can ve kalbini kim değişir bu güle!"
"Pazarlık" bu dedi "Yaralı ya kalbin
Yaralı ya kalbin"

Canımı da kalbimi de verdim, kalp feryad etti;
"Hey Cigerxwin, bir güle değişti kalbini
Bir güle değişti kalbini...

5 Temmuz 2011 Salı

ankara'ya lapa lapa yağan kardan nasiplenemedik. ankara'nın bütün binaları, grisi, pisi üstümüze üstümüze geldiği zaman ki zamanların en güzeliymiş. biz böyle buralarda sıkışıp kalmayı hiç istememiştik.

istanbul. ard arda edilen, arka arkaya dönülen yeminlerden ibaret kalır bir zaman. nihayetindir, seni iter, ittikçe koşup sarılmak istemen sana seni sen yapan her şeyi hem anımsatır, hem kanatır. istanbul yaradır.

kalpler gibi şehirler de ikiye bölündü nihayet.

4 Temmuz 2011 Pazartesi

küçük, güzel ve masum bebekler bir anda büyümezler. bir anda alışmazlar herkes gibi olmaya. çünkü masum, güzel ve küçük bir bebek hepsini yapar ama kirletemez başkasının hikayesini.

26 Haziran 2011 Pazar

"sakın kimseye bir şey anlatmayın. herkesi özlemeye başlarsınız sonra."

24 Haziran 2011 Cuma

-yine mi aşık oldun?
-o kadar çok insanın içinde, onca çokluğa rağmen, yine aşık olan ben oldum.

eğer aşık olan sensen, bil ki zulmün en büyüğü sanadır. buralarda sevmiyorlar aşıkları. hepsini ortadan kaldırmaya niyetliler. sen hepsini ortadan kaldıracak kadar ondan başkasını düşünmüyorsun.

-iki şehir arasında kalmak nedir bilir misin?
-bilmem.
-beni yorma artık.

artık beni yorma çünkü aldığım nefes yetmiyormuş, doktor öyle dedi. ben doktora senin de aldığın nefes ziyan be canım diyemedim, doktor öleceğimden emin. doktor?

-alamadığım nefese inat, bahçelere koşmak istiyorum, nasılsa toprağı görünce hepsi geçecek.
-hiçbir şeyin geçeceği yok.

ama neden? herkesin herşeyi geçerken, çocukları oluyor herkesin, herkes işinde gücündeyken, senin bir arpa boyu yol alamaman neden?

-bazen bir arpa boyu, hepsinin toplam yolundan uzundur.
-lütfen birbirimizi kandırmayalım kamil.

12 Haziran 2011 Pazar

şu gelen yar olaydı
elinde nar olaydı
ikimiz bir gömlekte
yakası dar olaydı

11 Haziran 2011 Cumartesi

Max Frisch'in Anketi

1. Siz ve sevdikleriniz öldükten sonra insan ırkının korunması gerektiğine gerçekten inanıyor musunuz?
2. Kısaca sebeplerinizi sıralayın.
3. Çocuklarınızın kaçını isteyerek dünyaya getirmediniz?
4. Kiminle hiç tanışmamış olsaydınız çok daha iyi olurdu?
5. Bir başkasına haksızlık ettiğinizin farkında mısınız (karşınızdaki kişinin bunu bilmesi gerekmiyor)? Eğer öyleyse, bu kendinizden – ya da diğer kişiden – nefret etmenize yol açıyor mu?
6. Mükemmel bir hafızanız olsun ister miydiniz?
7. Hastalık, kaza vs. neticesi ölmesi sizi umutla dolduracak bir politikacının ismini veriniz. Yoksa hepsinin yeri doldurulamayacak kadar önemli olduğunu mu düşünüyorsunuz?
8. Şu anda hayatta olmayan hangi kişi ya da kişileri yeniden görmek isterdiniz?
9. Hangilerini görmek istemezdiniz?
10. Başka bir ulus (ya da medeniyetin) bir parçası olmayı tercih eder miydiniz? Öyleyse hangisi?
11. Hangi yaşa kadar yaşamak istiyorsunuz?
12. Dünyayı inandığınız şekilde düzeltmek için yeterince gücünüz olsaydı, çoğunluğun arzusuna karşı kendi bildiğiniz gibi davranır mıydınız? (Evet ya da Hayır)
13. Madem doğruyu bildiğinize inanıyorsunuz, o zaman neden ona göre davranmıyorsunuz?
14. Sizce hangisinden nefret etmek daha kolay? Bir gruptan mı, yoksa bir bireyden mi? Ya siz, bireysel olarak mı nefret ediyorsunuz, yoksa bir grubun parçası olarak mı?
15. Zamanla bilgelik kazanabileceğinize inanmaktan ne zaman vazgeçtiniz – ya da hala buna inanıyor musunuz? Yaşınızı belirtin.
16. Kendinizi eleştirebileceğinize inancınız tam mı?
17. Sizce başkaları sizde nelerden hoşlanmıyor? Peki ya siz kendinizde neleri sevmiyorsunuz? Eğer bunlar aynı şeyler değilse, hangisini gözardı etmek size daha kolay geliyor?
18. Hiç doğmamış olabileceğiniz fikrini (eğer bu aklınıza geliyorsa tabii) rahatsız edici buluyor musunuz?
19. Ölmüş birini düşündüğünüzde, onun sizinle konuşmasını mı tercih edersiniz, yoksa daha çok sizin söylecekleriniz mi olur?
20. Herhangi birini seviyor musunuz?
21. Nereden biliyorsunuz?
22. Varsayalım ki şu ana kadar hiç kimseyi öldürmediniz. Bunu nasıl açıklıyorsunuz?
23. Mutlu olmak için neye ihtiyacınız var?
24. Ne için şükran duyuyorsunuz?
25. Hangisini tercih ederdiniz: ölmeyi mi yoksa sağlıklı bir hayvan olarak yaşamaya devam etmeyi mi? Hangi hayvan?

9 Haziran 2011 Perşembe

-which music band do you like most?
-yeni türkü.

bir mektup
üç satır yazı
gönlünün karası

7 Haziran 2011 Salı

sonra fark ettim ki
su akıyor, rüzgar esiyor, yağmur yağıyor
herşey yine ve aynı şekilde oluyor
öyle bir yere geldim ki
sıcak ve soğuk, aşk ve nefret, savaş ve barış
üşümek ve sonra ısınmak gibi
gitsem ayrılık olur, kalsam çöl
gidersem bende hasret olur ve belki beni sevenler de özler ama
anladım ki özlemden hiç kimse ölmüyor
ama ben ölüyorum
nefes alıyorum, önemsiyorum ve gitmek istiyorum
anladım ki hasret yeni bir aşka kadar sürüyor
sevdiklerim ve beni sevenler
bağışlayın su akıyor ve ben gidiyorum.

bunalıyorum.burada akıl hastası olmaktan korkuyorum,dedi.
akıl hastası olmaktan korkmak, akıl hastası olmaktan daha güç bir durum. çünkü korkular sürekli. tedirginlikler sürekli. alacakaranlık barın koyu görüntüler veren aynasından, onun tedirginliği yansıyor.

29 Mayıs 2011 Pazar

kurt bunalınca dağdan iner, kul bunalınca dağa çıkar.
bi sürü gölge gördüm. korkunçluğundan habersiz, kendini bilmez gölgeler. peşlerine düştüm, düştükçe küçülüp kaçarlar bilirsin.

sen, sen diye seslendiğim sen. bilsen, sen de senden başka bişeysin. küçük bir oğlan çocuğu saçlarındaki siyahtan tanırım. koşturur bahçemin içinde. yorulur yorulur, ben saçlarını okşarım, o yorulur. bilsen, sen bütün küçük oğlan çocuklarından başkasın, ondan okşarım saçlarını, en çok senin için ellerim. elimi attığım her yerde o küçük ellerinle açtığın çizikler, karalar, paslar. oysa vakit karalardan, suslardan kopma vakti. vakit güneşi yeniden çağırmanın vakti.

yanar biliyorum, yanacak biliyorum. her zamankinden sıcak biliyorum. bütün bunları biliyorum da telaşsız, sakin, güzel, hem eski hem yeni, nerde. onu hiç. ben. korkak. ben. çarpıntı. çok. kararlı. kararsız. ayaküstü. duramam. bazı. yollar. üzerime. üzerime. sen. aynı. gülümse. çokça. gülümsüyorum. yerine. yenilerini. koy. ama. m. ben. bebek. görünce. en çok. hatırlıyorum. kundak. görüyorum. anne. ben. başka. adam. başka. başka. adamlar. güven. huzur. belki. en. doğrusu. başka. türlü. olmazdı. haklısın. sus. ne. yapayım. ellerimi. koysam. nereye. nereye.

27 Mayıs 2011 Cuma

"Sessizliğin de bir sesi var biliyor musun, derinlerden gelen bir haykırışı, kuyularda çınlayan ve bedenimi çepeçevre sarıp titreten bir feryadı var sessizliğin” dedi kadın. “Sus” dedi adam."

26 Mayıs 2011 Perşembe



hepimiz hayallerimizin kurbanıyız.

22 Mayıs 2011 Pazar

"sevince
ölesiye
sevilir
kalınırdı
gidince
kırılmış
bir
dal
gibi
gidilirdi
kederden
kederden
geberten
hasret
ezberlenirdi"

20 Mayıs 2011 Cuma

bir heves uğruna ya Rab,
ne güneşler batıyor.

18 Mayıs 2011 Çarşamba

güzelleme

bak bunlar ellerin senin bunlar ayakların
bunlar o kadar güzel ki artık o kadar olur
bunlar da saçların işte akşamdan çözülü
bak bu sensin çocuğum enine boyuna
bu da yatak olduğuna göre altımızdaki
sabahlara kadar koynumda yatmışsın
bak bende yalan yok vallahi billahi
sen o kadar güzelsin ki artık o kadar olur

işe bak sen gözlerin de burda
gözlerinin ucu da burda yaşamaya alışık
iyi ki burda yoksa ben ne yapardım
bak çocuğum kolların işte çıplak işte
bak gizlisi saklısı kalmadı günümüzün
gözlerin sabahın sekizinde bana açık
ne günah işlediysek yarı yarıya

sen asıl bunlara bak bunlar dudakların
bunların konuşması olur öpülmesi olur
seni usulca öpmüştüm ilk öptüğümde
vapurdaydık vapur kıyıya gidiyordu
üç kulaç öteden İstanbul gidiyordu
uzanmış seni usulca öpmüştüm
hemen yanımızdan balıklar gidiyordu.

16 Mayıs 2011 Pazartesi

"dedi derviş dokunma bize,
bizi çakmışlar, köklerimiz çok derinde
biz, biz burda rüzgar gülüyüz
belki ölük ölüğüz,
ama biz burda rüzgar gülüyüz"

15 Mayıs 2011 Pazar



-ne yapacağız böyle? kimse bizim gibi aşık değil...

11 Mayıs 2011 Çarşamba

istanbul türküsü

istanbul'un orta yeri sinema
garipliğim mahzunluğum duyurmayın anama
el konuşur, sevişirmiş
banane

sevdalım
boynuna vebalim.

10 Mayıs 2011 Salı

başım eğik dilim kapalı gözler

Asrımızın zarif düşünceli gençlerinden biri
Kederli elini
Temiz alnına koyarken fikretmek için
Çocukların susması
Kuşların ve kedilerin uzaklaşması
Haritaları üzerine bezlerin atılması
Lambaların kısılması
Kadınların bir vakit konuşmadan
Yaşaması gerekebilir
Ve açılabilir görüntümüz Sahnemiz perdemiz:
Hergün bir miktar kros boksit asit
Ve arenamız
Dokuzyüz milyon müslüman rüyalarını hatırlamadan uyanabilir

Baş efendimiz
Görüntümüz
Sahnemiz
Perdemiz

Eğer dualanmasaydı sesimiz
Eğer yaradandan o güzel ağız
Açık ve seçik
Dilemesiydi demeseydi
'Allah
Sesinizi
Mağrıptan Maşrıka Kadar Duyursun'
Düşünmezdim üzerinde
Binmezdim deli deli koşan küheylan

Bildim Sensin Sen Sen
Diri Diri Diri Şahım
Diri Şahım Diri Diri
Dirilt Alemi Alemi Alemi Alemi

Çünkü dokuzyüz milyon müslüman rüyalarını hatırlamadan uyanmıştır
Bunların üzerine ezan
Ucu sancılar vuran
Bir kırbaç olmalıydı
Her duyan
Bağrını açmalıydı akan kanı da sevdayı da yorumlamaya almalıydı
Hayır dokuzyüz
Milyon müslüman
Tarihin hülyalarından vazgeçmiş olabilir AMA BEN

Elim dizlerime Vur Kalk
Müslümanlar uyanın Eller Dizlere Vur Kalk
Yumruklar dizlere vur vur
Ama ben Ama ben Ama ben Ama ben

Korku gerek tenlere etim kalbur
Deşer bakışın kıyar da kıyar

Korku gerek reca gerek
Yanlış anlaşılmış olabilir
Sesini duyuyorum kendimin/kelimeler kendinden emin değil

Yanlış anlaşılmış da olabilir
Aklım başımda mı! Değil

Ve sesimi duyuyorum
Kaburgalarımın gelip artık kavuşamadıkları iniltiden
-Kulun korktuk şerrinden
Ağzımız yerlerde kaldı gerçek dilimizden akmadı
Kuldan korkarken gel zaman git zaman
Bir hayat ki haşa korkmadan yaradandan
Ama elbet ruhumun vazgeçilmez akışı baş çarptığım kayalıklar

Irmaklarımın altından akan ırmak
Sandal sefalarım Marmara toprakları
Ama söyle olmuşsa yüzüme karşı söyle neyi inkar ettim

Dilediğim en güzel hayat
Çöplerin içinde rüya aradım
Düştümse eğer sana bakarken düştüm

Sen dinç zaman
İşte kuluçkan
Bereketle taşan yağ küpleri gibi
Parmaklardan akan çeşmeler gibi

İşte sinem kalabalık ve kendine zinde
Kullardan pervasız nesillerden biri

Aha Şeyhefendim Aha yüreğim
Göz kapanır akıl susar susar akıl
İstersen haydi haydi haydi
Yeryüzünün bütün gümbürtülerini çağır

Çehrenden o azgın maskeyi dök
O evleri kedere boğ
Nasıl olsa her kucaklandığın dalgada
Bir gemi kadavrası gibi ikiyüz yıl parçalandın

Mahşerinde uyanacaksın
Ağzının

Korkuyorum o nedenle
Başım eğik
Dilim kapalı

6 Mayıs 2011 Cuma

yeraltından notlar'ın notları

*kırk yaşından fazla yaşamak bence ayıp bir şeydir. bayağılığın ve ahlaksızlığın ta kendisidir. ancak aptallar ve namussuzlar yaşarlar kırk yaşından sonra. ben bunu o saygın, güzel kokular sürünmüş yaşlıların yüzüne bile söylerim. benim buna hakkım da var.

*sevgili okuyucularım, ant içerim ki her şeyi tam anlamıyla anlamak bir hastalıktır.

*bazen, hem de, hem de nasıl desem, tam anlamıyla, eskilerin deyişiyle "tüm yüce ve güzel şeyler"in inceliğini kavramaya hazır olduğum anda, evet tam öyle anlarda, bunları duyumsayacağıma gereksiz, saçma sapan davranışlarda bulunuyorum.

*ben niçin iyilik, yücelik, güzellik gibi şeyler konusundaki anlama gücüm arttıkça bataklığıma daha çok gömülüyordum ve boğulacak duruma geliyordum?

*zavallı fare ilk gücenikliğinin yanına yeni sorular, kuşkularla dolu yeni aşağılanmalar, yeni güceniklikler katmış ve olayın çevresine çözülmesi gereken öylesine yeni sorunlar yığmıştır ki, ne yapacağı konusunda tam bir kararsızlığa ve şaşkınlığa düşmüştür.

*tam anlamıyla anlama gücüne sahip bir kişi kendisine hiç saygı duyabilir mi?

*kendimi çeşitli kılıklara sokarak hırpalamamın nedenini sorarsanız, size işsizlikten, boş durmaktan canım sıkıldığı için tüm bunları denedim diye cevap vereceğim.

*hatta bana göre insanı en uygun ifadeyle iki ayaklı nankör bir yaratıktır diye tanımlamak gerekir.

*acı, camdan saraylara ise tümüyle yabancıdır. acı, kuşku demektir, yadsıma demektir. içimizde kuşku uyandıran camdan bir sarayı düşleyemeyiz bile.

*notlarıma başlarken, anlamanın insanın baş belası olduğunu söylemiştim. ama yine de biliyorum, insan bunu sever ve dünyanın en çekici şeyleriyle bile değişmez.

*kendi huzurum için dünyayı beş paraya satarım ben.

28 Nisan 2011 Perşembe

batın-zahir

bazı insanlar zamanında yazılabilecek her şeyi yazdığı için, bize ancak gevezelik etme özgürlüğü kaldı. en güzel evler satın alınmış, en yeni arabaya bir başkası biniyor ve bizim aşık olduklarımızın başka başka aşkları var.

okula geç kalmak ile topyekün hayata gecikmenin iç içe geçtiğini düşünmemek olanaksız. tembellik bir tür uyuşturucu. fazlaca vazgeçilmez. hem sizce biz neden bu kadar çok uyuyoruz? çünkü tembellik can sıkıntısıyla birlikte gelişen sinsi bir hastalık ve sıkıntıyı gidermeden o koltuktan kalkmak mümkün olmayacak.

o sıkıntıyı gidermek içinse, yapmayacağımız şey yok. bunun aksini iddia edeni dinlemem bile. ben mesela, okulda, sokakta, evde bir yangın falan çıksa da uğraşsak diye çokça beklemişimdir. işte tam da bu noktada, insanların yeri giderek daralıyor. hayatındaki yeri, zihnindeki yeri, hatta kalbindeki. söyleyeceklerinin ve paylaşabileceklerinin çok az önem taşıması sebebiyledir ki, hem seçiciliğimiz hem uyumsuzluğumuz kendiliğinden gelişiyor. seçiyoruz çünkü, öylesine bizimle olan her insan, öylesine gelişen her ilişki tiksinti uyandırıyor. en az bizim kadar bize benzeyen insanları arıyoruz, fakat artık insanlar çok iyi kamufle ettiklerinden, gizlemek için üstün bir çaba gösterdiklerinden kendilerini, bulmak pek öyle kolay olmuyor. bulsak da bunu sürdürmek oldukça zor, dışardaki alıcılar yüzünden. sürekli dikkatimiz dağıldığı için, dışarısı birtakım süslerle bezeli olduğu için, bir türlü odaklanamıyoruz, yoğunlaşamıyoruz. biriyle konuşurken sadece onunla konuşamıyoruz, birini severken onu seviyor olduğumuzu duyumsayamıyoruz, dizi izlerken reklam girmesi gibi bişey bu, uyanın aklımızı çeliyorlar. bizi bize bırakmıyorlar. bizde biz bırakmıyorlar. o iki kişilik dünya oluyor kerhane. yazıktır. etmeyin.

"işçiler işlerini bitirdikten sonra hiç olmazsa aldıkları parayla meyhaneye giderler, ne bileyim, oradan karakola düşerler. işte size en azından bir haftalık bir uğraş. ama bizler nereye gideceğiz?" (dostoyevski)

26 Nisan 2011 Salı

"bu da böyle bir ömrün hikayesi işte/tarak gibi bir ömrün."

24 Nisan 2011 Pazar

pastoral



çobanın kavalını çaldım. dağ yeşillendikçe yeşildi. anne yakmıştı ocağı. değil ki cadı kazanı. o kadar sıcak, o kadar ekmek.

çaldım asasını çobanın. dağlar bizimdir. yola düşersen eğer, yanından mendilimi eksik etme. yazma sarı, kırmızı yazma, yeşil yazma.

köye çalışmaya gelen 'doğulu' ailelere peşmerge derdi dedem. dedem sabah namazını asla kaçırmazdı. öten ilk horoz peşmergenin iş vaktini bağırsa da, dedem hepimiz kadar hoyrat, bir o kadar da türk'tü.

bozkır kokusu çiçeklerin içinden. gelin kokusu dağın içinden. kovuklara saklanmış aşk, fışkırır yeşilin içinden. her duaya amin demesek de içimizden.

bizim oralarda aman yok. kedilerin uzarken kuyrukları, babam sakalını hiç uzatmadı. sandığını açtı annem. gelinliği taze, gelinliği at kuyruğu. ben annemi sevdikçe güzel.

avcu kınalı. çeyizini yakmış. işlediği ilk yastık oyası. diyesim var batmış parmağına iğne. beyazın üstünde kırmızı. hem o beyaz gri oldu ya. oldu ya gri. en beyazımız bile gri.

23 Nisan 2011 Cumartesi

gidiniz

gitmiyorsunuz. oysa gitseniz?

başınızı alıp gitseniz. bizim kulağımız size sağır, gözlerimiz kör olsa, gitseniz?

küçük oyunlar tehlikeli oyunların yanında nedir ki? sizin yüreğiniz yeter mi en esaslısını oynamaya? dünyanız da kalbiniz kadar küçüktür. bizim sevincimizin yanına yaklaşamayacaksınız.

sabahlara üzerimizde tonlarca ağır yüklerle uyanıyor olabiliriz. aldığımız her nefes tümör büyütüyorsa, buna ancak saygı duyacaksınız. her sabah kendine yabancılaşarak uyanmaktan yeğdir.

hem siz sağa sola saldırırsınız. oysa dursanız? biraz durup dinleseniz kendinizi? karşılaşacağınız hiçlikle yüzleşmekten korkmasanız. siz, biraz, insan, olsanız.

biz beklemeyi en yakın dost bellemiş olabiliriz. sessizlikten sessizlik seçiyoruz, doğrudur. fakat, sizin kalabalığınızın bizim kimsesizliğimiz yanında en ufak bir değeri yoktur, bilesiniz.

size acıyoruz, desem? itham eder misiniz bizi nefret yüklenmişlikle? oysa bizim sevgimiz, en çok hak etmeyende gösterir kendini. korkarım bunu hiçbir zaman anlayamayacaksınız.

biz sevdik, kör olduk. başkasına kör olduk. oysa sizin sevdikçe büyür gözleriniz. baylar, bayanlar aşk en çok sizin olmadığınız yerde güzel şimdi.

20 Nisan 2011 Çarşamba

iyimser bir sonuç'a

Ben bir gün giderim ki neyim kalır
Eksik bıraktığım her şeyim kalır

Yaz günü kim ister ki öldüğünü
Eksik bıraktığım her şeyim kalır

Yaşamam bir beyazlık gibi sanki
Eksik bıraktığım her şeyim kalır

Genişlerim dağılırım beyazım
Ben bir gün giderim ki neyim kalır

Ben bir gün giderim ki ey diri at
Elbette benim de bir şeyim kalır

19 Nisan 2011 Salı

git artık allah aşkına git hem tanrı aşkına git öyle git ki geri gelme ne olur git ben bende kalmadım git benim bana halim kalmadı git güneşi göremedim git geceyle başa çıkamadım git denedim olmadı git deniyorum olmuyor git çaresizlik git yalnızlık git hep sessizlik git senin sessizliğin git nerdesin git orada mısın git hala uykusuz musun git gözlerin nerde git gözlerim gitti git vazgeçtim git vazgeçemedim git her şeyi bıraktım git seni bırakamadım git sarhoşum git fazla ayığım git şimdi gelme git bir tek sen gel git kitaplar üstüme yıkılıyor git istanbul üstüme yıkıldı git nerdesin git nerdesin git değmiyor git elleri saçıma değmiyor git hiç değmeyecek git acı kokuyor git istemiyorum git sensizlik git sessizlik git sonsuzluk git uçurum git denedim olmuyor git denedim olmadı git git git.

9 Nisan 2011 Cumartesi

beyazıt'tan notlar.



illa bir şeylerden vazgeçmemiz gerekiyorsa, bırakalım o öğle uykularımız olsun. feda ettiklerimiz ayağımızın altından kayıp giderken izlemek, görmek, bilmek, donmak.

süleymaniye'nin minaresinin hemen yanından geçen uçak mektup taşıyor. birinin kalbini alıp, diğerine taşıyor. yağmur yağınca bazen nehirler taşıyor. seviyorum, artık sabrım taşıyor.

kadıköy'de bir bank var. o bankı bir gece tutuşturmuşluğum var. benim sorumluluklarım var, ama kendime hiç. hapse giren insanların yüzünde de arsız bir ifade var. aklımı gönlümle barıştıramadım.

günahım boynuma, ben de az değilim. günlerce izmaritleri takip ettim. anne, lütfen beni burada daha fazla arama, saçlarıma düşen yıldızlar senin yüzünden deme, ölürüm, anne umarım senden önce ölürüm.

ve ben bir de şu evreni insanlardan bağımsız düşünebilsem. allah'ın eli yok, yok eli. sırat köprüsünde aklıma dünyalıklar geldiği için, kararsızlıktan adım atamayacağım. rabbim, beni benle başbaşa bırakma.

çünkü bizler, üzerinden viyadük geçen evleri anlatan adamı ciddiye almazken, adamın karısı elektrik sayacına sakız yapıştırırken, ve çocuğuna flüt alamayan baba hiç komik değilken hala gülüyorsak en az herkes kadar allah belamızı versin.

dur, bir saniye, şu adam senden daha güzel bakıyor. hem ben onu da sevmiştim. ya da dur dur, şaka yaptım.

en iyisi, biz evlenelim, sen de eve kömür taşı. çocukların kömür gibi gözleri olsun. ilk okudukları roman ince memed olsun. tek derdimiz aşk olsun. ben severim ahım kalır, dostlar benimle olsun.

7 Nisan 2011 Perşembe

"...çıkarlarını düşünmeyenler unutulacaktır. her olayda bir kenara çekilenler
gerçekten de bir kenarda kalacaklardır. yaptıkları işlerin gizli kalmasını
isteyenler, bunda başarıya ulaşacaklardır. kimse, onların varlığıyla tedirgin
olmayacaktır. bir gün öldükleri zaman, arkalarında küçük bir iz, bir anı, bir
gözyaşı, bir eser bırakmadan yok olacaklardır. Gazetedeki ölüm ilanı bile,
yedinci sayfada bir kenarda kalacak, kimsenin gözüne çarpmayacaktır. hayattan
çıkarı olmayanların, ölümden de çıkarı olmayacaktır. ölüm bile onların
adlarını duyurmaya yetmeyecektir. Herkesin mezarında güller ve menekşeler
büyürken, onların mezarlarını otlar bürüyecektir. mezarları bir kenarda
kalmasa bile, büyük ve muhteşem anıtların arasına sıkışıp kaybolacaktır.
cennetteki muhallebicide de garson onlarla ilgilenmeyecektir. ağız tadıyla bir
keşkül yiyemeden masadan kalkacaklardır. hayattan çıkarı olmayanların hayatı ,
çıkmaza sürüklenecektir. kendini beğenmişliğin cezasını daha bu dünyadan
çekmeye başlayacaklardır. sıkıntılarını kimseyle paylaşmasını bilmedikleri
için, yalnız başlarına ıstırap çekeceklerdir. duygu alıverişinden nasipleri
olmayacaktır. duygusuz, hareketsiz, tatsız bir hayat yaşadıkları sanılacaktır.
çektikleri acılarla, yüzlerinin buruşmasına, saçlarının beyazlaşmasına izin
verilmeyecektir. güldükleri zaman sevinçli, ağladıkları zaman kederli
oldukları sanılacaktır. hayattan çıkarları olmadığı da asla kabul
edilmeyecektir. böyle bir yanlışlığa düşülmeyecektir. aslında, hayattan
çıkarları olduğu ispat edilecektir, çıkarlarını korumak için canları çıktığı
halde, bunu beceremedikleri için,
çıkarlarıyokmuşdabirşeybeklemiyormuşçasınagillerden göründükleri yüzlerine
vurulacaktır. Onlar da bu saldırılara bir karşılık bulamayacaklardır.
kendilerini yokladıkları zaman, bütün ileri sürülenlerin gerçek olduğunu,
hayatlarını boş yere harcadıklarını, ne yazık ki artık çok geç kaldıklarını
onlar da açık ve seçik olarak göreceklerdir. işte o anda dahi, delice bir
harekette bulunmalarına, anlamsız bir hayatı anlamlı bir şekilde bitirmelerine
göz yumulmayacaktır. kendilerini öldüremeyeceklerdir. onlara anlatılacaktır
ki, böyle bir davranış bütün yaşamlarıyla çelişki içindedir, gerçekle ilgisi
yoktur: kendilerini öldürürlerse, onlar hakkında varılan isabetli yargıları
çürütmek için gene boş bir çaba göstermiş olurlar. bu hiçbir şeyi değiştirmez.
onlar, bu rezilliğe de katlanarak sürünmeye devam edeceklerdir. hayatlarıyla
yanlış olanların ölümleriyle doğru olmalarına imkan var mıdır? hayattan çıkarı
olmamak, hem tanrının hem de insanların gözlerinde affedilmez bir suçtur;
gelişip yayılmaması için gerekli her türlü tedbir alınacaktır. bütün tarih,
bütün iktisat, bütün sosyoloji, bütün psikoloji, kısaca bütün lojiler, hayatın
çıkarcılığa dayandığını göstermek için yırtınacaklardır, yırtınmalıdırlar.
"Ben çıkarıma bakarım" diyeceksiniz, bunun için "babamı bile tanımam"
diyeceksiniz. kimseyi tanımayacaksınız; hele hayattan çıkarı olmayanları hiç!"

saçma sapan konuşma be şule!

konuşma.

5 Nisan 2011 Salı

...

"keşke tembelliğim nedeniyle olsaydı tüm bu serseriliklerim. tanrım öyle olsaydı kendime ne kadar çok saygı duyardım! isterse tembellik olsun; benim bir özelliğim var, bunu biliyorum diye düşünerek kendime karşı en büyük saygıyı duyardım. benim için 'kim bu adam' diye sorulunca yanıt olarak 'tembelin biri' yanıtını verirlerdi. ben bunu duymaktan son derece keyif duyacaktım. benim de kendimce bir özelliğim, benim için söylenen bir şeyler olacaktı. ne diyorsunuz siz, 'tembel' sözcüğü, şaka değil; bir ünvan, bir makam, bir başına bir gelecektir. benimle alay etmeyin, dalga geçmeyin, gerçektir, böyledir bu. bu durumda ben hak etmiş biri olarak seçkin bir derneğe üye olur, kendi kendime saygı göstermekten başka bir iş yapmazdım. bir arkadaşım vardı, yaşamı boyunca latifte şarabının uzmanı olmakla övünürdü. bu özelliğini, eşi bulunmaz bir erdem kabul ediyor ve kendisinin erdemli bir insan olduğu konusunda en küçük bir kuşku bile duymuyordu. ölürken, müthiş bir iç huzuruyla dolu olduğu kadar, zafer kazanmış olanların görkemli mutluluğunu da tatmış durumdaydı. bunda da sonuna kadar haklıydı elbette. ben tembel olabilsem buna bir de 'oburluk' eklerdim. ama öyle sıradan bir tembel obur olmazdım. hani, tüm güzel ve yararlı şeylere ilgi duyan tembel oburlardan olurdum. siz ne dersiniz buna? ben böyle olmayı ta başından beri düşlemişimdir. bu 'tüm güzel ve yararlı şeyler' kırk yaşımda bana önemli ölçüde sıkıntı verdi, ama bu kırk yaşındayken oldu. oysa gençlik yıllarımda, oh, o sıralar bambaşka olurdu tabi. o zaman hemencecik bir de iş bulurdum kendime. tüm o güzel ve yararlı şeylerin onuruna içerdim. kadehime önce bir damla gözyaşımı akıtırdım ve şarabımı o ' tüm güzel ve yararlı şeyler'in onuruna kaldırma fırsatını hiç mi hiç kaçırmazdım. dünyadaki her şeyi güzellik ve yararlılık açısından görürdüm. en kötü, en çirkin şeylerde bile yararlı ve güzel yanlar bulmasını bilirdim. bir de olabildiği kadar sulugözlü olurdum. söz gelimi bir ressam 'Ghe' ayarında bir tablo yaptı diyelim, hemen o ressamın sağlığına ve onuruna içerdim, çünkü tüm güzel ve yararlı şeyleri severdim. bir yazar diyelim ki 'canınız nasıl isterse' adlı bir kitap mı yazdı, hemen 'canınız nasıl isterse'nin onuruna kadehimi kaldırırdım. dedim ya ben 'güzel ve yararlı şeyler'in hepsini severim. tüm bunlara karşılık da bana saygı gösterilmesini ister ve bekler, göstermeyenin de yakasına hemen yapışırdım. rahat rahat yaşayıp gösterişle ölmekten daha ne güzel ne vardır? salıverdiğim göbeğimi, üç kat olmuş gerdanımı, rezilcesine yukarıda tuttuğum burnumu yolda giderken görenler, 'şu kalantor herife de bakın,eh,olunca böyle olmalı' derlerdi. sevgili okuyucularım, ne olursa olsun, yaşadığımız şu olumsuz çağda böyle gönlü okşayan sözler duymayı kim istemez! "

28 Mart 2011 Pazartesi

...

bir daha bu yolları aynı hevesle yürür müyüm, yürümez miyim? aslında tek eksiğim üçüncü kanat. angel, down we go together.

meleğin bir kanadı suya değdiğinde, üçüncünün dikilmesi farz oldu. ve ne kadar yükseğe uçtuysak, o kadar küçük göründük. sizin gezegende aşk var mı aşk?

yer yer kazırken hatıralarımın camını, aynanın buğusunda adın belirdi. neüzübillah. beni korkutmaya ne hakkın var? tam koşacaktım ki, ben bir hayalete takıldığımı sanarken ayağımı kaydıran kanlı canlı bir başka hayaletmiş. şimdi, böyle, gitme.

anladık ki artık kimse ölümcül hakikatlerden ölmüyor. çünkü çok fazla panzehir var. dumanlar, dumanlar. tek gerçeğimiz buydu belki de. bugün sen de her zamankinden daha farklı hissetmiyor musun?

27 Mart 2011 Pazar

google'a "neşet ertaş postmodern midir?" yazıp, benim bloguma gelen arkadaş! seninle tanışmak isterim.

25 Mart 2011 Cuma

...

dersini almış da ediyor ezber. ah sen ve küçük korkuların. fight club ne güzel film. gerçekten yıkabilmek, sağlam bir şiddet ne kadar güzel ki, bize kalırsa tatile bile çıkamıyoruz.

sen yine seni sev. aman sen beni sakın sevme, sakın gelme. sen beni seversen bu belki de sonumuz olur. yoo bebeyim yoo, sahiden istemiyorum. ah ben ve küçük korkularım.

dağda tuncel kurtiz'le karşılaştım. odun kırıyordu. ben parmaklarımı kırıyordum. sen uzaklara bakıyordun. o bana bakıyordu. çıngıraklarıyla koyunlar geçiyordu. çobanın kavalı kırıktı. ağaçlar cana gelmişti. deli bir rüzgar esiyordu. nehir kan akıyordu. biz kalkıp nehirde yıkanıyorduk. kan nehrinin içinde yalnız sen temiz kalıyordun. nehirle ufak bir anlaşma yaptığından. olan bize oluyordu. ah biz ve küçük beyaz yalanlarımız.

yarasa yarasa. biraz baykuş, biraz yarasa. ah şu ilaç bana biraz yarasa. babam kutsal topraklardan dönüyor, benim vay başıma küller yağa. bahar kapıya dayanmış, içimde taze bir kavun sonrası sigara havası. içim soğudu. içim soğudu. seviyorum, tükürüyorum. seviyorum, tükürüyorum.

hem öyle diyorsun da, nasılsa bir gün o şarkı çalacak ve biz kırlarda neşe içinde 'dans edeceğiz'

20 Mart 2011 Pazar

bir

o siyah. giydiği siyahı üstünden atıp bir anda sarıyı nasıl geçirdi? ya gördüm, neyleyim. en çok ben gördüm. içinden neler geçiyordu onca susarken, ben sana susarken, senin içinden neler geçiyordu? o çimenliği geçtin, kalktın yerinden, birkaç merdiven. sorma neden.

kırılan şişeleri gönlüme dizip bir dokunuşla yıkmak geçer içimden. güzel olan her şeyi, düalist bir düzenle magmaya sokuyorum. gömdüğüm yere çiçek ektim. suyunu bile eksik etmedim. demem o ki, açmadın. rüyamda bir halin vardı, görmeliydin. dudak büktüğümüz her şey bizim olmuştu, belki biraz onlardan olmuştuk, görmeliydin, kadehler tutuyorduk elimizde. oyunu kuralına göre oynuyorduk nihayet. bizi kimse yıkamıyordu. saat çalıyordu ama, onu el ele de tutuşsak durduramazdık.

senden sonrası bilesin ki çorap söküğü gibi eksildi. belki farkında değilsin, ekseriyetle değilsin ki sen gözlerini eğip bakardın. yanyana iki martıyı gördük mü, gördük. uzun bir yol,sözlerin en yetersiz olanları. güzelim mayıs ayı. sen yürürken nasıl göründüğünü bilmiyorsun mesela. ayağın yere hiç basmıyor ki, kayar gibi, her şey elinden kayacakmış gibi nafile telaş ettin, yordun kendini. bunları sana söylemek ne güzel olurdu.

bir gün sana senden sonrasını anlatacağım. öyle arkadaş olacağız ki, bir de buna gülmek bize oldukça yakışacak. bu bir şükran, senin hiç acıtmadığının, bir an olsun kırmadığının şarkısı. adınla başlıyor her şey, bir olman bu yüzden. yani güzeldik diyorum, güzeldik.

19 Mart 2011 Cumartesi

...



ve kalbim yün yumağına sarılmış bir kedi yavrusu gibi...

16 Mart 2011 Çarşamba

hazır bu bahar akılsız bir yeşermenin şahane hasadına
hazır nur topu bir yaşama sevincini kundaklamaya

unutma baharda çiçek olan meyvedir yaza.

27 Şubat 2011 Pazar

kötü bir rüya gördüm o zaman

kibar bir kadın olamadım. o çantayı hiçbir zaman sizin taşıdığınız gibi taşıyamadım. hep fazladan ağırlık oldu, yük oldu. lan makyaj yapmayı bile beceremedim. her şeyi nasıl elime yüzüme bulaştırdıysam, o ruj da öyle dağıldı gitti.

simone bacı demiş ki, kendine güvenen, kendi gibi olmak isteyen kadın, dişiliğini kaybetmeyi göze almalıdır. bunun gibi birşey söylemiş işte. tercih yaptım, bunu seçtim, ağzım bozuk, kafam zaten bozuk. psikolojisi alt üst olmuş, varoluşsal sıkıntılarıyla boğuşan, rujunu yanağına sürüp dağıtan kadın ancak birtakım filmlerde çekici oluyormuş. hakkaten sefillik. derdim çekici olmak falan da değildi ha, sadece canım sıkılıyordu,canım çok sıkılıyordu lan, ölüyordum sıkıntıdan. bana cazip gelenlerin de canı benden beter sıkılıyordu. acayip tehlikeli oyunlar oynadık. hepsi benim yüzümden. insan kendinin tam tersini bekler, onu istermiş hep, bilemedim. herkes için gayet olağan olan bu durum, bende kendini tiksintiyle gösterdi. ee senin zıttın diyelim, iflah olmaz bir pollyanna var karşında, yolun kenarına atılmış eskiler seni hüzünlendirirken, onda bir yükten kurtulmanın rahatlığına sebep oluyor. neyi paylaşacağız? bana trajik gelen onda gülünç. işin içinden nasıl çıkacağız? farklılıklardır ilişkileri besleyen. hadi canım! o senin kendi düşüncen.

meğer hepsinin düşüncesi. güneşe göç başlamış, ben gene uyuyakalmışım. kaçırdığım sınavlar, kaçırdığım sinemalar, kaçırdığım sevgililer yetmezmiş gibi, toplu kaçışı bile kaçırmışım. hepsi uykudan. ben uykuya kaçarken, onlar güneşe kaçmış. uyansaydın seni piç demeyin, bi dinleyin. sadece başka, başkalarının istediğinden çok farklı birşeyler istemiştim. benimle aynı şeyi istediğini düşündüklerimi hep yanımda istemiştim. yanılgım buymuş işte. onlar da diğerleri gibiymiş. o çantaymış, hep o çantayı istemişler. sen altıncı hissiyle harikalar yaratan idiot, bir bunu hissedememişsin.

bu benim trajedim. her zaman olan şey. biri diğerini kovaladı hep. çözüm mü? umrumda değil. en iflah olmaz yalnızlıkla baş etmek zorunda kalsam da bu böyle kalacak. umrumda değil. çanta senin olsun kardeş, arkamda durma yeter.

25 Şubat 2011 Cuma

...

çalışmayan buzdolabında su soğutmaya çalışmak kadar anlamsız. kalpteki damardan çıkıp, hayli uzun bir yol katettikten sonra ayak başparmağında hissedilir derecede yanma meydana gelmesinin, bir akciğer hastalığının belirtisi olduğunu düşünmek kadar belki de. ah evet, yani oldukça anlamlı dediğinizi duyar gibiyim.

‘Sonu ölümle biten bir yaşam saçmadır.’ non-sense. sense-yok.

22 Şubat 2011 Salı

20 Şubat 2011 Pazar


bütün amaç seni yalnız bırakmak. o güzel insanlar, o güzel atlara binip gittiler. daha hayat vardı. bize bekletilenler vardı. güneşli güzel günler, bulanık, kapkara, kirli yağmurlara bulandı. bat dünya bat!

ve sen yine batarken dünya, ben karda ayak izi belli olmayan 'hayalet'e meylediyorum. küçüldüm, küçüldüm, yollarda beni görür gibi olup görmezliğiniz ondan. hayatta bu kadar sevme demişti annem, bugün ilk kez bana üzüldü.

en korktuğunun yalan duymak, yalan dinlemek, yalan görmek olması beyhude değilmiş. işte yine vuruyor dünya, en hassas yerin bin parça. insan yalansız da güzeldir, gerçek haline katlanırız, yanılıyorsun. sonun hep "senden başka kimsem yok" diyenlerden gelmesi ne kadar acı, ne kadar komik, ne kadar yabancı. en sonunda ben de kendime yabancı. korkularına sarılıp uyuyan bir yabancı. özlemeye korkan, düşü gecelerden kara.

yazmaktan da. yaşamaktan da. ölesiye. uzağım. fakat. allah. var. keder. yok.


"kedi dışarı çıkmasın, kapıcı içeri girmesin."

19 Şubat 2011 Cumartesi


"bu hayat bizde can ciğer komadı."

16 Şubat 2011 Çarşamba



"It is the east and Juliet is the sun. Arise, fair sun and kill the envious moon."

15 Şubat 2011 Salı

"ben ağlamakla söylemek arasında kalmışım. nasıl yapsam nasıl etsem bilemiyorum. eğer söylersem ağlamak gibi gönül ferahlatıcı bir nimetten uzak kalacağım. yok eğer ağlarsam ya rabbi, sana nasıl şükür ve övgüde bulunacağım?"

7 Şubat 2011 Pazartesi

dünya gözümde kerbela'dır/ allah'tan bulasın.

26 Ocak 2011 Çarşamba

...

"ikimiz de bütün becerileri, yetenekleri, bezemeleri ve düzenlemesiyle konuşma sanatını kullanma eğilimindeyiz. sen de ben de, dostlukla konuşma sanatının pek kolay uyum sağlamadığını anlamak zorundayız. yürek yalındır, yüreğin görüntüleri temel şeylerdir, oysa konuşma sanatı sosyal bir araçtır. bu nedenle konuşma sanatından yalın konuşmaya dönme konusunda anlaşalım mı?"

25 Ocak 2011 Salı

...

"Sordukları zaman, bana ne iş yaptığımı, evli olup olmadığımı, kocamın ne iş yaptığını, ana babamın ne olduklarını sordukları zaman, ne gibi koşullarda yaşadığımı, yanıtlarımı nasıl memnunlukla onayladıklarını yüzlerinde okuyorum Ve hepsine haykırmak istiyorum Onayladığınız yanıtlar yalnız bir yüzey, benim gerçeğimle bağdaşmayan bir yüzey Ne düzenli bir iş, ne iyi bir konut, ne sizin "medeni durum" dediğiniz durumsuzluk, ne de başarılı bir birey olmak, ya da sayılmak benim gerçeğim değil Bu kolay olgulara, siz bu düzeni böylesine saptadığınız için ben de eriştim Hem de hiç bir çaba harcamadan Belki de hiç istediğim gibi çalışmadan İstediğiniz düzene (ayak uydurmak) o denli kolay ki

Ama insanın gerçek yeteneğini, tüm yaşamını, kanını, aklını, varoluşunu verdiği iç dünyasının olgularının sizler için hiç bir değeri yok ki Bırakıyorsun insan onları kendisiyle birlikte gömsün Ama hayır, hiç değilse susarak hepsini yüzünüze haykırmak istiyorum Sizin düzeninizle, akıl anlayışınızla, namus anlayışınızla, başarı anlayışınızla hiç bağdaşan yönüm yok Aranızda dolaşmak için giyiniyorum İyi giyinene iyi yer verdiğiniz için Aranızda dolaşmak için çalışıyorum İstediğimi çalışmama izin verdiğiniz için İçgüdülerimi hiç bir işte uygulamama izin vermediğiniz için Hiç bir çaba harcamadan bunları yapabiliyorum, bir şey yapıldı sanıyorsunuz

Yaşamım boyunca içimi kemirttiniz Evlerinizle Okullarınızla İş yerlerinizle Özel ya da resmi kuruluşlarınızla içimi kemirttiniz Ölmek istedim, dirilttiniz Yazı yazmak istedim, aç kalırsın, dediniz Aç kalmayı denedim, serum verdiniz Delirdim, kafama elektrik verdiniz Hiç aile olunmayacak bir insanla bir araya geldim, gene aile olduk Ben bütün bunların dışındayım Şimdi tek konuğu olduğum bu otelden ayrılırken, hangi otobüs ya da tren istasyonuna, hangi havaalanı ya da hangi limana doğru gideceğimi bilmediğim bu sabahta, iyi, başarılı, düzenli bir insandan başka her şey olduğumu duyuyorum."

24 Ocak 2011 Pazartesi

ben bir şehirden giderken

iğneyi kendime çuvaldızı başkasına batırıyorum. iğne işini iyi görüyor. film şeridi gibi her şey gözlerimin önünden geçerken, ara ara pause tuşuna basıyorum, ordaki çekim hatası içime içime işliyor.

iyi bir sanat yönetmeni olamadım. dekor yapamadım. oysa ki bir ev çiçekle güzeldir. ben içim olduğu gibi dışardan görünse, ikimiz için de daha iyidir sandım, yanıldım. karalar bağladım, hata mı ettim? oysa benim içimde de kırmızılara, morlara, hatta pembelere yer vardı. uygun zamanı bekledim, hata mı ettim?

sana sende olmayan hiçbir şey vadetmedim, acı acı gülümsüyorum. ne kadar aynı olursak o kadar iyiydi, hata mı ettim? hayat iki kişiliktir, bilerek ve isteyerek kimseyi yalandan kozamıza yaklaştırmadım, yoksa seni rahatsız mı ettim?

diyelim ki provaydı. asıl gösterinin provasında o kadar çok hata vardı ki let the show begin bile diyemedim, acı acı gülüyorum. metafor kusuyorum, hala gülüyorum. elimden tutan minicik bir balığın kayışı gibiydin, denizden çıkamıyorum, onu arıyorum. oysa ki yüzme bilmem ben. metafora doyuyorum.

çeyrek asırdan biraz az zamandır yaşıyorum. bundan sonraki ile ilgili hiçbir planım yok. sek sek oynuyorum, tebeşirim bitti, çizginin devamını göremiyorum. gözüme perdeler inse, görmek de istemiyorum. kulaklarını tıkamış hepsi. karabasanın ortasında çığlık atarsın sesini duymazlar ya, biz uyanığız, her sözün çığlık olduğunun farkında değiller. diyorum ki olmuyor, yapamıyorum, salın beni. no, we will not let you go.

let me go.

22 Ocak 2011 Cumartesi

...

"Allahım, onu neden yalnız bıraktın? neden, yalnızlığının verdiği çaresizlikle can sıkıcı ilişkiler kurmasına izin verdin? neden, geçirdiği her dakikanın hesabını sordun, içini ezdin? neden, korkuyu göğsünden çekip almadın? neden, suçluluk duygusunu üzerinden atmasına yardım etmedin? neden, apartmanın bodrumunda saklambaç oynarlarken ayla'yla yalnız kaldığı zaman kıza dokunacak cesareti vermedin ona? oysa, bu çeşit küçük cesaretleri en değersiz kullarından bile esirgememişsindir isa' yı neden bu kadar geç tanıttın ona? neden günahlarının yükünü taşıyacak gücü ona da vermedin? selim de, kendi çapında birkaç kişiyi kandırabilirdi senin yolunda meyveleri gösterdin de ağaca çıkma becerikliliğini esirgedin neden küçük yaştan latince, eski yunanca, fransızca, ingilizce filan öğretmedin ona? (sen ki bütün dilleri ezbere bilirsin) dua etmesini bile öğretmedin ona evde yalnız kaldığı geceler, karanlıkta yorganı başına çekti ve ter içinde, mısra 193 ile mısra 214 arasında söylediği gülünç yakarmayı uydurabildi o zor şartlar altında daha iyi bir şeyler söyletemez miydin? neden, onu canı kadar seven annesinin bile selim'i ; 'benim korkak oğlum' diye okşamasına göz yumdun? 'benim akıllı oğlum, güzel oğlum' dediği zaman da neden, şımarmasını önlemedin? bir duvardan duvara çarpıp durdun onu bir uçtan bir uca itip durdun onu öğretmeni 'yalan söyleme, bu resmi sen yapmadın,' dediği zaman neredeydin? neden, bir karşılık bulmasına yardım etmedin? oysa, o resmi selim yapmıştı on bir yaşında, 'benim kızla konuşuyorsun,' diye erdal' dan ilk tokadı yediği zaman, aslında kızla konuşmamıştı neden, babasının verdiği on liranın üstünü bir kerede yolda düşürmesini sağlamadın da, önce iki buçuk lirayı düşürdü ve koşa koşa dönüp parayı ararken kalan dört lirayı da kaybetti? soruyorum: neden? sonra, neden karakola gönderdin selim' i parayı bulan oldu mu diye sormaya? neden polisleri güldürdün ve selim' i ağlattın? polisler daha mı iyiydi selim'den? biliyorum, isa daha büyük acılar çekti diyeceksin bu kadar ayrıntılara girmez diyeceksin asıl, ayrıntılara girmeliydi bence her şeyi yaşamalıydı ilkokula göndermeliydin isa'yı da selim gibi sonra selim senin oğlun değildi ki olsaydı da bilmiyordu biliyorum bunlardan daha acıklı sözler yazdı romancılar, diyeceksin ben daha neler duydum, diyeceksin demek bunu söylemekle bitiyor her şey sen onlara inan (ne kaybettiğini bilmiyorsun onlara inanmakla) küçük ayrıntılara daha girme bakalım isa'nın ikinci gelişiyle durumu kurtaracağını sanıyorsun selim de ikinci kere gelirse görürsün yalnız, bu sefer lütfen aynı zamanda gelsinler artık araya gene binlerce yıllık bir uçurum koyma sonunda, ilk gelişlerinde yaptığın gibi ikisini de yalnız bırakma"

17 Ocak 2011 Pazartesi

neşet ertaş'ın bağlamasının tezenesi olayım, beni biraz anla. beni anlamaya çalışmadan anla. yüzüme baksan anlasan, yormasan da kelime olmasam, çok mu?

14 Ocak 2011 Cuma

DFKD

finaller yaklaşıyor. yaklaşsın bananesi.

"Ne yapmalı? Bugüne kadar sürdürdüğüm gibi, çevremdeki kişilerin davranış ve tutumlarını bilinçsiz bir aldırmazlıkla benimseyerek bu renksiz, kokusuz varlıkla yetinmeli mi; yoksa, başkalarından farklı olan, başkalarının isteğinden çok farklı, köklü bir eylem isteyen gerçek bir insan gibi bu miskin varlığı kökten değiştirmeli mi?"

değişsin bananesi.

"bir idamlık ali vardı asıldı, kaydını düştüler mühür basıldı"

basılsın bananesi.

"sevmek kimi zaman rezilce korkuludur, insan bir akşamüstü ansızın yorulur"

yorulsun bananesi.

kutsal görüneni hafife almak, acıtana gülüp geçmek, önemli olanın önemini kaybetmesi yapabileceğimin en iyisiymiş. kaybedecek hiçbir şeyi olmayanlardan korkun, hoyratlıkları seni, beni, herkesi öldürebilecek kadar dahiyanedir. ve güveni vaaz edenlerin güvenilirliğe ihtiyacı var.

"yani, hani, mesela zannediyorsun ki bir yoldan birisi gelecek, boş uzun bir yol, devamlı ona bakıyorsun. sonra kimse gelmiyor"

ben seni hiç unutmayacağım. unutma bananesi.

13 Ocak 2011 Perşembe

"yaradılışın ilk sabahı yazılanı, kıyamet gününün şafağı okuyacak"

9 Ocak 2011 Pazar

sen

hep haklı olmak zorunda mısın?

sevgili cemal süreyya;

Sesinde ne var biliyor musun
Söyleyemediğin sözcükler var
Küçücük şeyler belki
Ama günün bu saatinde
Anıt gibi dururlar