12 Şubat 2013 Salı

günlerdir öylece duruyordum. arabamı onun evinin önüne çekmiştim ve orada bekliyordum. sabahın ilk ışıklarından gece yarılarına kadar aynı yerde, arabayı park edip dışarı çıkıyor, elimdeki çekirdeklerin kabuklarını bi poşete doldurarak, pencerenin ışığını gözlüyordum. geceyi ise arabamda uyuyarak geçiriyordum. tacizim bununla da bitmiyordu. bütün gün o ve ben için anlamlı olduğuna inandığım (bu yalnızca benim iddiamdı) şarkıları bangır bangır çalıyor, millete bir huzurlu uyku uyutmuyordum. pisliğin teki çıkmıştım, fakat kendime hakim olamıyordum işte. 

ben bu dönülmez yola gireli hemen hemen on üç gün olmuştu. işi gücü bırakmıştım. zaman zaman dostlarım arıyor, beni bu cendereden kurtarmak için yanıma gelip çekiştire çekiştire eve götürmeye çalıştıkları da oluyordu. ancak pes etmeyecektim. elbette o evden çıkacaktı. o evden çıkacak ve beni düşürdüğü hali kendi gözleriyle görecekti. güzelim gözleriyle. saçı başı birbirine karışmış bir derbederdim, kendime özgü bir havam bile olabilirdi. uykusuz gözlere kim karşı koyabilir söyleyin bana. o evden çıkacaktı elbet. 

bu sancılı süreç esnasında en büyük düşmanım ise mahallenin çocukları olmuştu. yüzüme bakıp bakıp kah gülüyor, kah ağza alınmayacak laflar ediyorlardı. çocuklar halden anlamazdı. arsız, pusatsız, duldasız ve üryandı. ben de kendimi ayağımı yere sertçe vurup üzerlerine yürüyerek savunuyordum. çil yavrusu gibi dağılıyorlardı o zaman. on üç gündür yıkanmamanın ve arabada uyumanın verdiği çirkin görüntü onları elbette korkutuyordu. o ise, gözlerinin önünde yaşanan bu insanlık ayıbına karşı umarsız, vurdumduymaz ve bir o kadar da kördü. katiyyen evden çıkmıyordu.

on üç gündür evden çıkmaması nedense beni oradan ayrılıp başka bir yol denemeye yöneltmemişti. evdedir diyordum, nerde olcak evdedir. zaman zaman bu çocuk ne yer ne içer on üç gündür diyerek endişeleniyor, evine yemek sepetinden sipariş vermeyi düşünüyor, fakat bu korkunç düşünceyi hızlıca kafamdan uzaklaştırıyordum. bu durum bütün planlarımı alt üst edebilirdi. köşemden ayrılmamalıydım. her şey kendiliğinden olmalıydı.

ve öyle de oldu. on yedinci gündü. beklemekten iliğim kemiğim kurumuştu. apartmanın kapısı açıldı. önden bir kadın çıktı, arkada biri kapıyı tutuyordu. işte sonunda onu görmüştüm. apartmanın kapısından çıktıktan sonra hızlı hızlı kadının elini tuttu. kafasını biraz çevirmesiyle beni görmesi bir olmuştu. tam o anda, işte o lanet anda, sokakta top oynayan arsız, pusatsız, duldasız ve üryan çocuklardan birinin topa çektiği şut yüzümde patladı. ağzımdaki sakız yere düştü. o ise yanındaki kadınla beraber hızla olay yerinden uzaklaştı. bütün bunlar yaklaşık on yedi saniye içinde oldu. saat yediyi on yedi geçiyordu. 

2 yorum: